Anadolu Casino Canlı Destek 📞 | Canlı Yardım Çalışma Saatleri

anadolu canlı destek

anadolu canlı destek - win

otobüste çişimin gelmesi anım

biraz uzun haberiniz olsun. hadin iyi okumalar.
Uzun yolculukları oldum olası sevmem, özellikle otobüste olanlarını. Sanki birkaç saatliğine hapse mahkum edilmişsin gibi gelir bana, cezanı da otobüs hapishanesinde çekmek zorundasın.
Sevmememin birçok nedeni var: dar alanda nefes alamamam, çok fazla sigara içen biri olarak istediğim zaman bir tane tellendirememem, rahatsız bacak sendromundan bihayli muzdarip olduğumdan kendimi olduğumdan daha dar bir yerde sıkışmış hissetmem…
Bu yolculukları gece karanlığında geçirmekten olabildiğince kaçınırım. Zaten hareket halinde bir vasıtada uyuyabilmem mümkün değil, bunun yanında gece olunca ortaya çıkan kelimelerle anlatamayacağım bazı psikolojik problemleri de bünyemde fazlasıyla barındırıyorum. Bundan dolayı otobüste geçirdiğim mahkumiyet zamanımı olabildiğince gündüz ışığında geçirmeye çaba gösteririm.
Otobüste geçirdiğim zamanın yaklaşık yarısını kitap okumakla, diğer kısımlarını da sosyal medyada dolaşıp, otobüs firmasının bize sunduğu olanaklardan ( bilindiği gibi günümüz otobüslerin çoğunda koltukların arkasına montelenmiş oldukça kalitesiz ekranlarda ulusal kanalları izleyebilir, muhtemelen telifi ödenmeyen düşük kaliteli filmlere bakabilir, birkaç dandik oyunla zamanınızı öldürebilir ya da kayıtlı bulunan müziklerden zevkinize uyan birkaç tane bulunuyorsa ve müzik dinlemeye değer veren insanlar gibi kulaklığınız da yeterli kalitede performans sağlıyorsa hiç değilse biraz daha kaliteli zaman öldürebilirsiniz. Gerçi bunun için de çoğumuzda Spotify mevcut olduğundan bu dandik ekranla işimiz olmuyor.) bazılarıyla zamanımı heba ediyorum. Geçireceğim yolculuk süresinin yarısında bitirebileceğim bir roman bulurum. Bence bu yolculukta okunmaya başlanan bir roman o yolculukta bitirilmelidir. Belki bir psikoloğa bu durumu açsam tıpta bunun isminin telaffuz edemeyeceğim bir şey olduğunu söyler ama ben o kitabı bitiremeyeceksem o yolculukta o kitabın kapağını açmam.
Geçen gün yine bir otobüs mahkumiyetindeyken başıma gelenleri anlatmak istiyorum. Bu mahkumiyet okulumun bulunduğu Çanakkale’den ailemle yaşadığım Denizli’ye uzanan bir yolculuktu. Önceki gün valizimi hazırlamış, yolculuğumda zamanımın hatırı sayılır bir kısmında bana eşlik edecek bir kitabı seçmeye koyulmuştum. Öncelikle kitaplığımdakilerden daha önce okuduklarımı eledim, sonra o yolculukta bitiremeyeceklerimi eledim daha sonra da kalakalan birkaç kitap içinden Franz Kafka’nın Dava’sını alıp benimle beraber otobüsün içinde yolculuk edecek sırt çantama yerleştirdim. Sonraki gün koltuğuma yerleşip vücudumun yadırgadığı deri alana alışana kadar çantamdan çıkarmadım.
Otobüste en sevdiğim koltuk upuzun koridorun en sonundaki tekli koltuk. Bu koltuğu hemen hemen her yolculuğumda boş bulurum. İnsanların daha çok öndeki koltukları tercih ettiklerine bihayli şahit oldum. Nedeni, belki psikolojik olarak kendilerini daha iyi hissetmek olabilir ama aynı yere giden onlarca koltuk içinden benim canım 47 numaram (bazen 51 olabiliyor) neden bu kadar çok dışlanıyor anlamış değilim. Çok daha ön koltuklardan yolculuk seyri daha iyi olabiliyor belki (Her seferinde internet sitesi üzerinden baktığımda sadece 1 koltuk satılmışsa o koltuk kesinlikle 1 numara oluyordu, daha kalabalık paylaşımlarda 1 numaranın boş olma olasılığını siz hayal edin. Bir keresinde ilk defa 1 numaralı koltuğu boş bulmuş önce şaşırmış sonra da meraktan almıştım. Yirmiden fazla koltuk doluydu ama 1 numara boştu. Muhtemelen sonradan iptal edilen bir bilet yol açmıştı bu şaşkınlığıma. Yolculuğumun çoğunu kocaman bir ekranda olabildiğince HD kaliteden dağları, bayırları, yüzlerce arabayla tıkanan yolları izledim.) ama arkalara doğru bunun pek farklılık gösterdiğini sanmıyorum (Psikolojiden anlayan varsa burada bana yardımcı olabilir).
Yolculuğuma gelecek olursak, final dönemi sonrası otobüsler ne kadar doluysa o kadar dolu olan bir otobüste yolculuğa başladım. Kitabımı elime alıp önce sıkıla sıkıla, yerime iyice alışınca da kitaba dala dala okumaya başladım. Yaklaşık 60 sayfa kadar ilerlemiştim, bu süre zarfında muavin tarafından iki defa sulanarak, bir defa da nescafelenerek yolculuktan önce itinayla boşalttığım mesanemin alarm vermesiyle panik haline girmiştim. İlk başta sakinliğimi koruyabildim, ne de olsa bir buçuk saattir yoldaydık ve yaklaşık yarım saat içinde mola verilecekti, ben de olabildiğince hızlı bir şekilde otobüsten kendimi atıp, bir lirayla turnikeden geçerek en yakın pisuvara uğrayarak içinde bulunduğum sıkıntıdan kendimi kurtaracaktım. Bu avuntuyla bir süre bekledim. Otobüs bir otogara girmek için burnunu çevirince yavaştan hazırlandım ama otobüsün içinde karıncalı bir hoparlör sesi yankılandı: “Sayın yolcularımız, otobüsümüz X otogarına girmek üzeredir, lütfen yerlerinizden ayrılmayın. Bir yolcu alınıp yolculuğumuza kaldığımız yerden devam edeceğiz, geçirdiğimiz rötar yüzünden maalesef ihtiyaç molası verilmeyecektir.” Muavin muhtemelen bu sözlere yaklaşık on saniyesini harcadı ama “maalesef ihtiyaç molası verilmeyecektir” kısmı dakikalarca kafamda söylenip durdu. “Neyse” dedim, “Biraz daha sıkarım kendimi, bir dahakine çok kalmamış olsa gerek”. Ama maalesef düşündüğüm gibi gitmedi.
Otogardan çıkıp yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ettik ama nasıl devam ettik, anlatamam. Saate göre yarım saat geçti, bana sorsalar en azından bir yarım gün daha devam ettik derdim. Daha fazla dayanamayacaktım, bu işe bir son verilmesi gerekliydi. Yoksa 93ten beri kusmama rekorum elimden kayıp gidebilirdi. (Aslında 97, 93 doğumluyum zaten ama HIMYMdan Ted’e bir selam çakayım dedim.)
Sadece bacaklarımı kavrayan emniyet kemerini çıkardım (yeri gelmişken, emniyet kemeri takmayı ihmal etmeyin), sağ dirseğimi dayadığım kolçağı yukarı kaldırıp aşağı indirerek kapalı konuma getirdim, ani hareketlerden kaçınarak ufak adımlarda koltuğumdan sıyrılıp bana sırat köprüsü gibi gelen koridorun taa en ucundan muavinle şoförün bulunduğu alana bakmaya çalıştım. Bakın bakamadım, bakmaya çalıştım. Hani filmlerde klişe bir sahne vardır ya, yükseklik korkusu olan biri çok yüksek bir yerden baktığında görüntü uzar da uzar, yüksekliği bir anda 2x, 3x şeklinde algılar, ahan da işte o koridor bana tam da öyle geldi. “Bu yüzden diğer insanlar arka koltuğu pek tercih etmiyor olabilir” diye düşündüm, koridoru geçebilmek için “Yapacak bir şey yok Abdurrahman, o yolun sonuna gitmezsen başka yolun sonuna gidebilirsin, 93tenen beri…” diyerek kendime mecal kazandırdım, koltuklara ellerimi dayaya dayaya, ufak adımcıklar ata ata, yeri geldi bazı yolcuların desteğiyle bana birkaç gün gibi gelen kısa bir süre zarfından sonra hedefime ulaştım. İnsanlar da nasıl bakıyor, tasvir bile edemem. İçlerinden “sakat herhalde” ya da “napıyor bu a…” dediklerine yemin edebilirim.
Neyse, güç bela vardım hedefime. Kendimi olimpiyatlarda kazanamamış ama hiç değilse parkuru tamamlama şerefine ulaşmış bir atlet gibi hissediyordum. Ufak ufak eğilerek arkasında durduğumdan haberi olmayıp şoförle hararetli bir şekilde üst komşusunun dedikodusunu yapan muavinin omzuna hafifçe dokundum, muavin arkasını sakince döndü ve sadece gözleriyle “Ne istiyorsun?” diye sordu. Ben de sanki sesimi yüksek çıkarırsam arkamda bulunan yaklaşık kırk kişinin gözü önünde bir çocuktan ziyade aklı melekeleri yerinde olmayan yirmili yaşlarında bir mahluk gibi görüneceğim korkusuyla kısık sesle şöyle dedim: “Affedersiniz, genelde haddim olmaz ama genelden daha fazla sıkıştığım için ne zaman ihtiyaç molası verebileceğimizi öğrenebilir miyim?” Muavin daha cevap vermeden aklımdan türlü türlü hem beni hem de mesanemi mutlu edecek cevaplar geçirdim. “Hemen önümüzdeki petrol istasyonunda duracağız beyefendi” ya da “Birazdan X otogarına” ya da “X dinlenme tesisine gireceğiz beyefendi” ya da “hemen duralım, yol kenarında ihtiyacınızı karşılayın” gibi. Şimdiye kadar ya pisuvara, ya tuvalete ya da altıma işemişliğim olan bana şu son cevap bile çok fazla mutluluk kazandırabilirdi. Ama zalimlikten payına düşenden fazlasını alan muavin bana “Beyefendi, oldukça fazla rötar yaşadığımız için İzmir’e kadar yolculuğumuz hiç mola verilmeden devam edecektir” anlamına gelen birkaç Anadolu şivesinden sözcük gevelemesiyle benim şartellerimin kontrolünü kaybetmem bir oldu. Önce kendimi olabildiğince sakin tutmaya çalışsam da kontrolü elinden düşürdüm, muavinin karşısına hakkettiği derecede korkunç bir canavara dönüştüm. Başladım bağırmaya. “NE DEMEK HİÇ MOLA YOK, İNSANLARIN MOLAYA İHTİYAÇ DUYABİLECEĞİNİ HİÇ Mİ İDRAK EDEMİYORSUNUZ, DAHA İZMİR’E VARMAMIZA 3 SAATTEN FAZLA ZAMAN VAR. BENİM DAHA FAZLA ÇİŞİMİ İÇİMDE TUTMAYA MECALİM FALAN KALMADI” anlamlarına getirebileceğimiz oldukça küfürlü ve kimseye yakıştıramadığım pis bir söylem ağzımdan uçtuuu gitti. Sonra da ekledim: “SİZ ÖNÜMÜZE ÇIKAN İLK İSTASYONDA DURDUNUZ DURDUNUZ, YOKSA YEMİN EDİYORUM ÇIKARIP BURADA İŞEYECEM. 20 YILDAN FAZLADIR İÇİNDE BULUNMADIĞIM BİR DURUMA BENİ SOKAMAZSINIZ” dememle muavin bir yumuşadı bir yumuşadı, o an yapılabilse aynı bir pamuk şekeri gibi top top edilip avucunuza alabilirdiniz. (Bu yumuşamanın kaynağında insana olan saygıdan çok işini kaybetme korkusu yattığınız biliyorum. Ekmeğimizi kazanmak için sizinle hiçbir alakası olmayan bir olay yüzünden benim gibi şerefsizlik yapan bazı insanlara katlanmak, alttan almak zorunda kalabiliyoruz.) “tabi efendim, biz sizin mağdur olmanızı hiç ister miyiz. Önümüze çıkan sözleşmemizin olduğu ilk istasyonda durur, yolcuların ihtiyacını karşılamasına izin verebiliriz” dedi.
Sakinlemiştim, kısa bir süre içinde mesanemin de sakinleşeceği mesajını alarak en az muavin kadar yumuşamıştım. Öncelikle ettiğim kaba sözler için özür dilemiş, muavinden oldukça nahif bir sesle yan koltuğa geçebilmesinin mümkün olup olmadığını sormuştum. Bu beden o koridoru bir daha yürüyebilecek dinçlikte değildi. Arkaya doğru bakmak bile korkunçtu. Sanki arkada yıllardır aç bırakılmış bir canavar var, ben oraya gidersem açlığını benimle giderecekmiş gibi hissediyordum. Ya da daha kötüsü…
Muavin yan koltuğa geçti, ben de onun yanında oturdum, bekledik petrol istasyonuna varmayı. Bekleyiş sürdükçe sürdü, yol üstünde yarım saat içerisinde karşılaşılabilecek her istasyonla karşılaşmış, sanki bize layık değilmiş gibi hepsini pas geçmiştik. Bir ara şoför birine yanaşmaya yeltendi, kalbim platonik aşkıyla ummadık bir yolda karşılaşan bir liseli gibi atmaya başladı. Sonra da şoför sanki o istasyonu beğenmedi de ona da dumanını koklattıktan sonra otobüsü tekrar yola alıp var gücüyle yoluna devam etti. O platonik liseli çocuğun o kızın aşık olduğu kız olmadığını fark ettiği anda içinde bulunduğu hüzün bendeki hüznün yanında devede kulak. Bacaklarımı olabildiğince birbirine yaklaştırdım, biraz daha çaba harcasan iki bacağım tek bacak haline gelecek. Artık titremeye başlamıştım, yavaştan muavine dönerek istemeden bir gülümsemeyle “Bu firma, hangi petrol firmalarıyla anlaşmalı?” diye sordum. Birkaç tane isim saymasıyla benim şartellerin kontrolünü tekrar kaybetmem bir oldu. “BE A… KO…LARIM, SABAHTAN BERİDİR KAÇ TANE O FİRMALARIN ÖNÜNDEN GEÇTİK. SİZ BENİMLE DALGA MI GEÇİYONUZ LAN, ÖNÜMÜZDEKİ İLK FİRMADA DURMAZSANIZ” diye bağırdım, tekrar “ahan da buraya işerim” kartımı devreye soktum. Bu problemin sorumlusu belki muavin değil ama muavine işte tam da böyle durumlara göğüs germesi için de maaş veriliyor. (Özür dilerim muavin kardeş, içine düştüğüm durum bana bunları söyletti. Normalde melek gibi insanımdır.) “Tamam efendim, ilk istasyonda duracağız, söz veriyoruz” diye gevelediler de gevelediler. Baktım, taa ufuklarda bir istasyonun tabelası görünüyor. İşte o an bir miçonun bağırdığı gibi “KARA GÖRÜNDÜÜÜÜÜ” diye bağırasım geldi, ama mutluluktan ağlıyor, bağıramıyorum.
Otobüs nazlı nazlı yol kenarına yanaşırken “beş dakika ihtiyaç molası” anonsunu duyduktan sonra dörtlüleri yakıp yolun kenarında durdu. Çünkü istasyonla sözleşme yokmuş, girmeleri yasakmış. “Beni bağlamaz abi, ben sözleşmeniz olmayan istasyonda da işerim” demek isterdim. Hemen ayağa kalktım, madalya almaya hazırlanan bir sporcu gibi ödülümün gelmesini bekledim. Kapı açılır açılmaz karaya ilk ben ayak bastım. Sanki Neil Armstrong’un attığı adım, benim attığım adımın yanında hiçbir şey. Oysa ki yarım ayak boyunda adımlarla yürüyorum, biraz daha açarsam zihnimde Keban Barajı’nın kapıları açılıyor. Küçük küçük alışveriş mağazasına yürüyorum ama otobüsten sanki bir zombi sürüsü indi de ilerdeki tek canlı belirtisine hücum ediyorlar, bense bacakları olmayıp da kollarımla sürünen zombi gibi geride kalıyorum. Lanet olasıca mağazaya çok uzakta durmuşuz, gitdikçe varamıyorum. Zor bela hedefime ulaştım.
Otomatik kapının önüne geldim. Boyum oldukça kısa, kısa boylular iyi bilir otomatik kapılar kendilerini düşük insan sınıfına koyuyor gibi inatla geç açılır. Ama bu kapı halime acımış gibi hemen açıldı. Birkaç damla göz yaşı da bu yüzden aktı yanaklarıma. Girdim içeri, koridorların sonuna yürüyorum ama yürüyorum da yürüyorum. Bakmadığım yer yok, üstünde WC yazmayan bir kapı bile yok. Küçük adımlarla kasaya kadar ilerledim (bu adımlar her seferinde bir ayağımı öbür ayağımın ancak yarım ayak geçecek kadar) kasiyer hemen müşteri sanıp döndü bana. Hiç vakit kaybetmeden tuvaletin yerini sordum. Bana sorsalar ki ‘Ben seni arkadaş olarak görüyorum’dan daha acı söz varmı, aha bu kasiyerin verdiği cevabı veririm. “Beyefendi siz yanlış gelmişsiniz, burası özel bir mağaza, istasyonun mağazası hemen yan dükkan. ORADA TUVALET VAR” Yemin ediyorum kendimi evladını körolasıca kartallara kaptırmış “Boş Beşik”teki Fatma Girik gibi hissediyordum. O benim kadar üzülmüş müdür, tartışılır.
Bütün dünyam başıma yıkılmıştı. 93ten beri yapmadığım bir şeyi yapacaktım, hem de ağlaya ağlaya. Ufak bir umutla istasyonuz mağazasına ilerlemeye başladım, o anki umudumu bir milyonla çarpsan sonuç yine sıfır çıkardı. Çünkü yaklaşık 40 tane zombi kılıklı yolcu otobüsten inmişti ve görünürde kimse yoktu. İçerisinde tuvalet barındıran mağazaya ulaşmak için de bir yarım günümü harcadım. Muhtemelen az ilerimde gördüğün otomatik kapının kapanmasını engelleyen insan kuyruğunun ucu benim hayallerime varıyordu. Ben bunu göre göre içeri aynı ufak adımlarımla girdim, belki baştaki kişiden rica etsem, olmadı fakir bir öğrencinin verebileceği en yüksek rüşveti versem yerini bana verebilir ya da satabilirdi. İlerledikçe ilerledim, kuyruğun başına varmam bihayli zaman aldı. İki tane kuyruk oluşmuştu. Birinde ayakta işeyebilecek olanlar, diğerinde de çömelmek zorunda kalanlar. Ayakta işeyecek bir sonraki kişi muavindi. Şerefsiz muavin. Birden sinirlendim, “lan” dedim içimden “madem hepinizin işemesi lazımdı, niye bana destek çıkmadınız, niye daha erken otobüsün durmasını sağlamadınız. Şerefsiz şoför mü lan şu?” Sonra bir şey dikkatimi çekti. O şey sanki bulutların içinde arkasından ilahi şulelerin aktığı bir kapıydı. Üzerinde WC yazıyor, önü de boştu, bomboş. Ama WC’nin altında da ufak puntolarla şey yazıyordu:ENGELLİ. Otobüsteki herkesin bu kadar duyarlı olabileceği kimin aklına gelebilirdi.
O engelli yazısı var ya, beni temsil ediyordu. Zaten bu adımlarla ancak bir engelliye benziyordum, herkesin çoktandır beni engelli sandığından da eminim. Oraya varamasam ve mesanemi boşaltmasam, birazdan pantolonumdaki kocaman ıslaklıkla bu da tescillenmiş olabilirdi.
Küçük adımlarımı olabildiğince hızlandırdım, hızlandım, hızlandım. Sonunda vardım kapının önüne. Sanki herkes bana “başarabilirsin, sana güveniyoruz” gibi bakıyordu. İki defa vurdum kapıya, normalde üç defa vururum ama üç defa vursam sanki içerden biri “DOLU” diye bağıracaktı. Baktım ses yok, indirdim kapının kolunu, açtım kapıyı, içeri girerken kafamda ‘queen-we are the champions’ şarkısı çalıyordu, başka da hiçbir ses duyamıyordum. Ordaydı, klozet ordaydı lan. O an o klozet bir arap kralının altın klozetinden daha değerliydi gözümde. Yanaştım yanına, kaldırdım kapağını, açtım kemerimi, indirdim işememe engel olan her ne varsa. O an şeyim kafasını bana doğru kaldırmış, ağzı olsa bana “teşekkür ederim patron” diyerek ağlayacağını biliyordum. Saatlerdir idrar yolunu tıkamak için elinden geleni yapmıştı. Artık işi devralma zamanı bana geldiğine göre, onu tebrik ederek azat edebilirdim. O ilk anı, o kapıların açılması ve iltica eden litrelerce idrarın birbirinin üstüne basa basa ilerlemesinin verdiği hazzı hayatım boyunca unutmayacağım. Başladım işemeye. Onu, bir itfaiyecinin hortumunu kavrar gibi kavradım, bir itfaiyecinin hortumunu zapt edebilmek için uğraştığı gibi uğraştım. Geriye doğru düşmemek için ağırlığımı öne doğru verdim. İşedikçe işedim. İşedikçe işedim. ‘we are the champions’ biterken benim de nakliye işlemim bitmiş, yüzümde dudaklarımın hayatımda oluşturduğu en uzun gülümsemeyle tuvaletten çıktım. İçeri girerken gördüğüm iki kuyruk bir de karışık cinsiyetten üçüncü bir kuyruk doğurmuştu. Herkes sanki bana alkışlıyormuş gibi bakıyordu, utanmasalardı alkışlayacaklarını da biliyorum.
Dışarıya çıkmış, otobüsün önünde yol duvarında oturup üst üste sigaralarımı içiyordum. Bizim kabileden ortalama bir dakikada biri otobüsteki yerini alıyor yahut sigaralarını yakmak için benden çakmak dileniyorlardı. Beş dakikalık mola yerini kırk beş dakikalık molaya vermiş, o da bittikten sonra otobüs yolculuğuna kaldığı yerden devam etmiştir.
Yolculuğun geri kalanına her zamankilere benzer şekilde devam ettik, tek farkla: yolculuk boyunca süren çok güzel bir rahatlama gülümsemesi bir türlü beni rahat bırakmayarak rahatlatıyordu.
Buraya kadar okuduysan helal olsun sana.
yazdığım hikayeleri paylaştığım blog sayfamı ziyaret edersen beni memnun edersin. şuan bu okuduğun dışında bir hikaye var ama devamı gelecek. teşekkür ederim. terstengeri.blogspot.com
eleştiri yapmayı da unutmayın lütfen.
submitted by 21211232 to KGBTR [link] [comments]

-BÜYÜK TAARRUZ ÜZERİNE- 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI'MIZ KUTLU OLSUN!

Bu yazı, dünya genelindeki askeri savaş sistemlerine ve stratejilerine yön vermiş olan Büyük Taarruz'u, o dönemde de kullanılan, Mustafa Kemal Atatürk ve Fevzi Çakmak tarafından da geliştirilen Lanchester Stratejisi ile birlikte modern çağda kullanılan Sistem Dinamikleri çerçevesince incelemeye yöneliktir.
-SİSTEM DİNAMİKLERİ-
Sistem dinamiklerinin temeli, bilgisayar uzmanı olan Jay Wright Forrester tarafından 1961 yılında basılan kitabında atılmıştır. Sistem dinamikleri, sistemlerin komplikasyonlarıyla, yani karmaşıklığıyla ilgilenen bir uzmanlık alanıdır. Sistem dinamikleri, olayların ve olaylara bağlı olan cisimlerin zaman içerisindeki değişimiyle ilgilenir. Yani sistem dinamikleri, tarihte, kimyada, biyolojide, fizikte, mühendislikte ve içinde herhangi bir komplikasyon barındıran tüm sistemleri incelemede kullanılır. Sistem dinamikleri, komplikasyonları baz alarak, dinamik yapıların zaman içerisinde nasıl değişimler gösterdiğini anlamaya yönelik, oluşan yeni dinamiklerin tespit edilmesinde, doğada bulunan nedensellik ilkesine bağlı olan neden-sonuç ilişkilerinin anlaşılabilmesinde ve askeri savaş ortamlarında uygulanmış, uygulanan ya da uygulanacak olan stratejiler sonucu olarak, olası kayıpların ve kazançların belirlenmesinde kullanılır.
-LANCHESTER STRATEJİSİ-
Stratejinin yaratıcısı, İngiliz askeri mühendisi olan Frederick William Lanchester'dır. Lanchester Stratejisi ilk olarak 1916 yılında yayımlanan Aircraft in Warfare: The Dawn of the Fourth Arm kitabında "Savaş Stratejisinin Yönetim Kanunları" konusunda bahsedilmiştir. Lanchester Stratejisi için yapılacak en basit tanım, savaş bilimidir ve düşmanı en fazla zarara uğratmayı amaçlayan bir modeldir. 1. Dünya Savaşı'nda ve 2. Dünya Savaşı'nda kullanılan bu strateji, bütün dünyada olduğu gibi TSK Kara Harp Okulu Akademik Programı'nda, 4. Sınıf 1. Yarıyılındaki müfredatta bulunan Muharebe Modelleme dersinde öğretilmiştir.
Lanchester Stratejisi'ne baktığımızda, bu modellemeyle çeşitli savaş taktikleri geliştirmekle birlikte, doğa içindeki canlıların birbirleriyle olan mücadelesini de temel alan çeşitli çalışmalar bulunmaktadır. Düşman güçler arasındaki çarpışmaları modellemek amacıyla Lanchester Stratejisi baz alarak kısmi türev denklemleri geliştirilmiştir. Bunun haricinde bir diğer örneklerden biri de karınca kolonileri arasında, kaynakları elde tutma amacına yönelik mücadeleler ile ilgili olarak Lanchester doğrusallık (Lanchester 1. Kanunu) ve N2 kanunlarını (Lanchester 2. Kanunu) temel olan bir model kullanılmıştır.
Ölümüne savaş kavramı, devletler arasında gerçekleşen savaşları incelemede, böcek kolonilerinin, maymunların, kuş popülasyonlarının ve diğer canlı popülasyonlarının birbirleriyle olan mücadelelerini içeren doğa olaylarını incelemede, şirketler ya da şirketlerin piyasaya sürdüğü ürünler arasındaki ticari savaşlarını incelemede ve hatta toplumları etkileyen salgın hastalıklarla yapılan mücadeleyi incelemede kullanılır.
Askeri operasyonlarda, her iki tarafın da görev dağılımının dinamik bir şekilde yapılabilmesi oldukça kritik bir noktadır. Öyle ki emir-komuta zincirinin bir sonucu olarak dağıtılan görev ve kaynaklar her zaman istenilen sonucu vermemektedir. Bundan dolayı operasyon süreci devam ederken görev ve kaynak dağılımının tekrardan yapılabilmesi gerekebilmektedir. Bu kritik aşama, modern çağın askeri operasyon ve savaşlarında da meydana gelmektedir. Görev ve kaynak dağılımının dinamiği, operasyon yapılacak ya da yapılan bölgenin coğrafik şartlarına, dönemin teknolojisine (tank, zırhlı taşıma araçları, hacking, uydu sistemleri, insansız hava araçları, yüksek menzilli savunma sistemleri, nükleer silahlanma vb.), operasyon dahilindeki tarafların psikolojik yapısına (genellikle moral) ve ekonomik desteğe bağlıdır. Minimalize bir örnek verilebilirse, defansif kabul edilen A tarafının piyade gücü 50,000 kişi, yüksek menzilli savunma sistem oranı %90, uçak sayısı 100, tank sayısı 200, hacking saldırı oranı %100, uydu sayısı 10, insansız hava araç sayısı 100 olsun. Ofansif kabul edilen B tarafının da piyade gücü 150,000 kişi, uçaksavar oranı %10, uçak sayısı 200, tank sayısı 200, hacking saldırı oranı %20, uydu sayısı 0, insansız hava araç sayısı 20 olsun. A ve B arasında gerçekleşecek olan savaşı, A tarafının elinde bulunan uydu sistemleri, B tarafının birliklerinin hangi bölgeye operasyon düzenleyeceğini öğreneceği ve o bölgede seyir halinde olan uçakların ve insansız hava araçlarının ve bölgeyi incelemeye çalışan uyduların sistemlerine hack saldırısı düzenleyeceği için B tarafının hava gücü etkisiz hale gelecektir. Artık B tarafının elinde sadece tank, piyade, uçaksavar ve anti-hacking yapmaya çalışan ve nihai başarısızlığa erişebilecek olan hacking sistemi bulunmaktadır. B tarafı, birliklerini operasyon yapmak istediği bölgeye her ulaşmaya çalıştığında A tarafı tarafından saldırıya uğrayacak ve büyük bir bozgunla karşı karşıya gelecektir. Üstelik B tarafı için en büyük tehlikelerden birisi de, A tarafının sahip olduğu yüksek menzilli savunma sistemlerinin ve teknolojik saldırı sistemlerinin B tarafının sanayi ve sivil bölgelerine karşı kullanılması ve B tarafını içten içe yok edebilmesi olacaktır.
Lanchester Stratejisi'nin vermiş olduğu meyveler ve bu strateji baz alarak geliştirilmiş olan taktikler bugün bile halen kullanılmaktadır. Örneğin ABD'nin savaş düşünce yapısına göre, ABD bir bölgeye operasyon düzenlemek istiyorsa (Örneğin Orta Doğu bölgesi), oluşturmak istediği askeri birlikleri ve kullanmak istediği askeri kaynakları ABD topraklarından değil, Orta Doğu'daki ABD üslerine giden emirler doğrultusunda oluşturulan birliklerden ve kullanmak istediği silah kaynaklarını ise ABD üslerine yakın olan şirketlerinden sağlamaktadır. Şayet tüm birlikleri ve kaynakları kendi ülkesinden temin etmek isterse, astronomik değerler içeren bir fatura çıkacaktır karşısına. Amerika'ya kaynak ve silah temin eden bu şirketler, genel olarak ABD arasında ticari anlaşmaların olduğu devletlerde bulunmaktadır; Türkiye ve Suudi Arabistan gibi. Silah tedariği sağlayan devletlerin genel ortak özelliği ise tarım oranı düşüktür ya da düşürülmüş, sanayi oranı yüksektir ya da yükseltilmiş ve sosyal hizmetler oranı düşüktür ya da düşürülmüştür. Birlikler ve kaynaklar hazırlanmadan önce hazırlanması gereken en önemli etken ise stratejidir. İşte tam bu noktada sistem dinamikleri ve Lanchester Stratejisi devreye girer. Çünkü bu stratejiler operasyonun ya da savaşın devlete ya da devletlere olan savaş maliyetini de ortaya çıkarır. Çünkü düşman sayısının 1,000 kişi olduğu bilinen dağlık bir bölgeye 50,000 kişiyi yollamak, operasyonu yapacak olan tarafa ekonomik anlamda oldukça büyük bir masraf oluşturur. Bu yüzden dağlık alanda var olan 1,000 kişiye karşı kazançlı çıkabilmek için öncelikle o coğrafyaya özel eğitimli birliklerin yetiştirilmesi ve meydana getirilmesi gerekmektedir. Özellikle birlik sayısının az tutulması ise modern çağda çok büyük bir önem arz etmektedir. Çünkü stratejinin sunacağı oranları düşündüğümüzde dağlık alandaki 1,000 kişiye karşı, yüksek savaş kaynaklarına sahip optimum sayıdaki iyi eğitimli 500 kişi yeterli olacaktır. Bu da operasyonu yapmak isteyen tarafa 49,500 kişilik bir kâr sağlayacaktır.
Tüm bu örneklemelerde görüldüğü gibi Lanchester çarpışmaları, operasyonları ve mücadeleleri modellemek amacıyla geliştirilmesiyle ilgili pek çok teorik ve uygulamalı çalışmalar bulunmaktadır. Ilachinski'nin 1996 yılında yayımlanan kitabında karmaşık sistem dinamiklerini test ederken hava ve deniz savaşlarından ziyade, kara savaşlarına odaklanmıştır. Ilachinski'ye göre kara savaşlarının tercih nedenleri şu şekilde sıralanmıştır:
a) Kara savaşlarında birbirlerine zarar verebilecek piyade, tank, zırhlı personel taşıyıcı gibi pek çok unsur bulunmaktadır. Deniz savaşları için ise karmaşık bir sistem mevcut değildir, modelin içeriği sadece gemi sayılarıdır.
b) Kara savaşları, deniz ve hava savaşlarına göre daha karmaşık ortamlarda gerçekleşmektedir. Savaşın cereyan edebileceği birbirinden çok farklı coğrafyalar ve iklim koşulları mevcut olabilmektedir.
c) Kara savaşları, savaşan tarafların moral düzeyine de bağlı olduğundan psikolojik yönü de önem kazanmaktadır.
-LANCHESTER DOĞRUSALLIK VE N2 KANUNLARI-
Lanchester, ok, yay, kılıç ve kalkanların kullanıldığı göğüs göğüse mücadelelerin yapıldığı antik dönem savaşlarını temel alarak doğrusallık kanununu açıklamıştır. Lanchester 1. Kanununa göre, güç değişim oranı kayıp oranına eşit olduğunda savaş dengeye ulaşır. Oransal değişim denklemi şu şekilde gösterilmektedir:
(m0 - m) = E(n0 - n) --(1. Denklem)--
m0: Müttefik tarafın başlangıçtaki askeri gücü.
m: Müttefik tarafın kalan askeri gücü.
n0: Düşman tarafın başlangıçtaki askeri gücü.
n: Düşman tarafın kalan askeri gücü.
E: Değişim oranı (Silah etkinliği)
Bu denkleme bağlı olarak, zayıf olan taraf teslim olmadığı sürece, bütün kuvveti tükenene kadar mücadele etmeye devam eder. Bütün askeri güç tükenmeden savaş sona erdirildiğinde de aynı denklemden yararlanılarak taraflardan birinin kalan kuvveti kullanılarak, diğer tarafın kalan kuvveti ve buna bağlı olarak olası kayıpları hesaplanabilir. Lanchester'ın 2. Kanunu olan N2 Kanunu'na göre savaş malzemesi üstün olan taraf, düşmanı yıprattıkça kendisinin alacağı hasar azalacağından, tarafların savaş güçlerinin karesi ile oranlama yapılmaktadır. 2. Kanuna bağlı denklem ise şu şekilde gösterilmektedir:
(m02 - m2) = E(n02 - n2) --(2. Denklem)--
Örnek olarak 2,000 kişilik bir güce sahip taraf ile 1,000 kişilik güce sahip taraf çarpıştığında, doğrusallık oranı 2'ye karşı 1 iken, N2 Kanunu'na göre, güçlü olan tarafın düşmana zarar verme oranı ateş üstünlüğünden dolayı 4'e karşı 1'dir. N2 Kanunu'nun daha karmaşık hesaplamalar içermesine rağmen, gerek savaş meydanlarında, gerekse bu stratejilerin uyarlandığı işletme faaliyetlerinde, daha gerçekçi değerlendirmeler sağladığı açıktır. Savaş alanları için N2 Kanunu değerlendirecek olursa, taraflardan birinin gerek asker sayısı gerekse silah gücü bakımından avantajlı olması, kendisine daha yüksek ateş gücü sağlayacağı için karşı tarafa daha fazla kayıp verdirme olanaklarına kavuşacaktır. Zaten savaş terminolojisinde yaygın bir kavram olan "sıklet merkezi prensibi" de bu duruma uygun bir şekilde, kurmaylık eğitimi alan generaller tarafından uygulanarak büyük zaferlerin elde edilmesi sağlanmaktadır. Sıklet merkezi prensibi ile hareket ederek düşman kuvvetlerinin şaşırtıldığı ve sayıca az olunmasına rağmen düşmanın yenilgiye uğratıldığı durumlara Büyük Taarruz planları örnek olarak verilebilir. Yazının ilerleyen bölümlerinde Büyük Taarruz'un başlangıcındaki mevcutlara göre tarafların ateş üstünlükleri, Lanchester Kanunu'na göre hesaplanmış, Mustafa Kemal Atatürk ve Fevzi Çakmak'ın belirledikleri strateji gösterilmeye çalışılmıştır.
-BÜYÜK TAARRUZ ÖNCESİ KUVVETLERİN LANCHESTER KANUNLARINA GÖRE ANALİZİ-
Büyük Taarruz'un başlangıcındaki mevcutlara göre tarafların ateş üstünlükleri şu şekildedir:
1) Türk Ordusu
-Asker: 207,941
-Top: 323
-Tüfek: 92,792
-Hafif Makineli Tüfek: 2,025
-Ağır Makineli Tüfek: 839
2) Yunan Ordusu
-Asker: 224,996
-Top: 418
-Tüfek: 130,000
-Hafif Makineli Tüfek: 3,139
-Ağır Makineli Tüfek: 1,280
Veriler incelendiğinde Yunan güçlerinin, gerek asker sayısı bakımından gerekse askeri kaynak bakımından Türk güçlerine karşı üstün olduğu görülmektedir. Bir de bu avantaja dönemin silah teknolojisi içerisinde, siperlere girmiş savunma kuvvetlerini yerinden kaldırmada kullanılabilecek olan tankların, sadece İngiltere ve Fransa gibi süper güç olan sömürge devlerinde kısıtlı sayıda mevcut olduğu düşünüldüğünde, savunmada bulunmanın avantajı da eklenmekte ve Yunan güçlerinin etkinliğini arttırmaktadır. Bu yapıda bir taarruz edildiğinde, normal koşullar altında Lanchester'ın 2. Kanunu'na göre Yunan kuvvetlerinin ateş üstünlüğü, 224,996/207,941= 1.082018 oranında değil, (224,996/207,941)/(207,941/224,996)= 1.170764 oranında olacaktır. Bu oranlarda gösterilen ateş üstünlüğü, birbirine çok yakın olan birlikleri etkilemektedir. Buna bir de savaşmak için daha kritik malzemeler olan top, hafif makineli tüfek ve ağır makineli tüfeklerdeki daha büyük üstünlükler eklendiğinde, Yunan kuvvetlerinin savunmada başarılı olması kaçınılmaz olacaktır. Tüm savaş desteklerini de göz önünde bulundurursak karşımıza şöyle değerler ortaya çıkacaktır.
Doğrusallık Kanunu'na göre Yunan kuvvetlerinin ateş üstünlüğü oranları:
-Asker: 224,996/207,941= 1.082018
-Top: 418/323= 1.294118
-Tüfek: 130,000/92,792= 1.400883
-Hafif Makineli Tüfek: 3,139/2,025= 1.550123
-Ağır Makineli Tüfek: 1,280/839= 1.525626
N2 Kanunu'na göre Yunan kuvvetlerinin ateş üstünlüğü oranları:
-Asker: (224,996/207,941)/(207,941/224,996) = 1.170764
-Top: (418/323)/(323/418)= 4182 / 3232 = 1.67474
-Tüfek: (130,000/92,792)/(92,792/130,000) = 130,0002 / 92,7922 = 1.962753
-Hafif Makineli Tüfek: (3,139/2,025)/(2,025/3,139)= 3,1392 / 2,0252 = 2.402883
-Ağır Makineli Tüfek: (1,280/839)/(839/1,280)= 1,2802 / 8392 = 2.327534
Değerlerde görüldüğü üzere N2 Kanunu'na göre hafif ve ağır makineli tüfeklerin üstünlük oranı neredeyse 2.5 seviyesine yaklaşmaktadır. Tankların ve zırhlı personel taşıyıcıların olmadığı bu dönem için ağır ve hafif makineli tüfeklerin taarruz eden taraf üzerindeki ölümcül etkisi tartışılmaz bir durumdur. Taraflardan biri tüm gücünü kaybedene kadar mücadele devam etseydi, verilecek olan kayıplar, Doğrusallık Kanunu ve N2 Kanunu'na göre 1. ve 2. Denklemler ile bulunabilecektir.
E olarak simgelenen değişim oranı, tarafların silahlarının etkinliğini ifade etmektedir. Başlangıç olarak bu değer 1 kabul edildiğinde, Türk kuvvetlerinin daha az olduğu için Türk kuvvetleri tükenene kadar mücadele devam ettirilecek olursa; Yunan kuvvetleri kalan askeri gücü aşağıdaki gibi bulunabilir:
m0 = 207,941
m = 0
n0 = 224,996
n0 = 0
E = 1
(m02 - m2) = E(n02 - n2)
(207,9412 - 02) = 1(224,9962 - n2)
n = 85,928
Yunan kuvvetlerinin başlangıç askeri gücü ile yukarıda hesaplanan Yunan kuvvetleri kalan askeri gücü arasındaki fark, Yunan kuvvetlerinin toplam kayıplarını verecektir:
n0 - n = 224,996 - 85,928 = 139,067
Yapılan bu hesaplamalarda Lanchester Doğrusallık ve N2 kanunlarına ilişkin olarak 1. Denklem ve 2. Denklem içerisinde yer alan ve tarafların silahlarının etkinliğini ifade eden değişim oranı olan E, 1 olarak kabul edilmiş ayrıca her bir savaş malzemesi için birbirinden bağımsız olarak hesaplamalar yapılmıştır. Ancak gerçek hayatta top, ağır makineli tüfek ve hafif makineli tüfek gibi Kurtuluş Savaşının gerçekleştiği dönem için kritik olan savaş malzemelerinin sayı farklılıklarının bir arada düşünülerek değerinin yerine kullanılması gerekmektedir. Bu bütünsel bakışı sağlayabilmek için sistem dinamiği modeli kullanılmalıdır. Yazının ilerleyen bölümlerinde de verilecek olan, 26 Ağustos 1922 tarihi itibarıyla Türk ve Yunan kuvvetlerine ait veriler, doğrudan cephe taarruzu varsayımına göre oluşturulmuştur.
-Büyük Taarruzun Doğrudan Cephe Taarruzu Varsayımına Göre Sistem Dinamikleri Çerçevesinde Modellenmesi-
Lanchester Kanunlarına göre hesaplamalar yapılırken daha önce değinildiği üzere silah etkinliği olan E değerinin 1 olduğu varsayımıyla hareket edilmiştir. Ancak gerçek hayatta top, ağır makineli tüfek ve hafif makineli tüfek gibi Kurtuluş Savaşının gerçekleştiği dönem için kritik olan savaş malzemelerinin sayı farklılıklarının birarada düşünülerek E değerinin yerine kullanılması gerekmektedir. Bu sıkıntıyı gidermek amacıyla olayları sistemin dinamikleri içerisinde incelemeyi sağlayan Stella 9.1.4 programında tüm bu savaş malzemelerinin etkilerini içeren bir model kurulmuştur. Stella 9.1.4. programı model sayfası ve oluşturulan model *Şekil 1'de görülebilir. Oluşturulan modellemenin getirdiği sonuç ise *Tablo 1'deki gibidir. Tablo 1'deki kısmi sonuçlar incelenecek olursa, Yunan kuvvetlerinin kalan askeri gücü 95000 olmakta ve Türk kuvvetlerinin bütün askeri gücü tükenmektedir.
Yunan kuvvetlerinin doğrudan cephe taarruzu durumundaki üstünlüğü N2 Kanunu'ndaki başlangıç değerleri karşılaştırıldığında da görülebilmektedir.
m0: Türk tarafı başlangıç askeri gücü n0: Yunan tarafı başlangıç askeri gücü Silah etkinliğinin değerinin (E), 1 kabul edilmesine göre cephe taarruzunda güçlerin karşılaştırılması şu şekilde gösterilebilir.
m02 < n02 ==> 207,9412 < 224,9962
43,239,459,481 < 50,623,200,016
Doğrudan cephe taarruzu yapılması varsayımına göre model oluşturulduktan sonra bu savaş öncesi yapılan hazırlıklar ve savaş planları hakkında bilgi verilecektir.
-BÜYÜK TAARRUZ-
Sakarya Savaşı, 13 Eylül 1921 tarihinde sona ermesine rağmen Büyük Taarruz 26 Ağustos 1922 tarihinde başlamıştır. Diğer bir ifade ile taarruz yaklaşık on bir buçuk ay sonra gerçekleşmiştir. Aslında Sakarya’da mağlup edilen düşmanın sıkı bir şekilde takip edilmesi ve kazanılan zaferin meyvelerinin alınması beklenirdi. Ancak, yirmi iki gün yirmi iki gece devam eden Sakarya Savaşı Türk ordusunu da çok yıpratmıştı. Bu yüzden bir süre bekleyip orduyu toparladıktan sonra taarruza geçmek daha mantıklıydı. Büyük taarruzun temel gecikme sebepleri şunlardır:
a) Ordunun eksikliklerinin giderilmesi ve ihtiyaçlarının temini. Taarruz için gerekli olan insan, silah ve cephane noksanının giderilmesi gerekliliği.
b) Bugüne kadar sürekli savunmada kalmış olan orduya taarruz eğitimi vermek.
c) Sad Planı ile ortaya konulan taarruz planının olgunlaştırılması.
d) Güney ve Doğu cephelerinden birliklerin batıya nakledilmesi.
e) Silah noksanının giderilmesi için gizli örgütler vasıtasıyla İstanbul’dan Anadolu’ya silah kaçırılmasına hız verilmesi.
e) Silah satın alınması işlemlerine hız verilmesi.
f) Askerî imalathanelerin silah ve teçhizat noksanını gidermeye yönelik yapılan çalışmalar
g) Asker sayısını artırmaya yönelik yapılan çalışmalar. 1901 (Rumi takvime göre 1317) doğumluların silah altına alınması.
h) İaşe temini; Konya, Niğde, Burdur, Denizli vb. aşar ambarlarında bulunan ürünlerin demiryolu istasyonlarına indirilmesi ve orada bulunan askerî birliklere teslim edilmesinin temini.
i) Eksiklikler nedeniyle köylü kıyafetleri giymek zorunda kalan erat için asker elbiselerinin temini.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal 6 Ağustos 1922’de tüm ordu birliklerine saldırı için son hazırlıkları yapmalarını gizlice bildirmiş, 20 Ağustos’ta Akşehir’deki Batı cephesi yönetim yerine giderek orada Genel Kurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa ve Cephe Komutanı İsmet (İnönü) Paşa ile taarruz planını bir kez daha tüm ayrıntılarıyla gözden geçirmiştir. Saldırı, Yunan birliklerini beklenmedik baskınla çevirme ve yok etme ilkesine göre düzenlenmiştir. Saldırı için kullanılan stratejiye Kurt Kapanı Taktiği adı verilmiştir.
Mustafa Kemal Paşa’nın taarruz planı, askeri gücümüzün büyük çoğunluğunu düşman cephesinin dış yanında ve etrafında toplayarak düşmanı yok etmek idi. Birinci ordumuz Afyonkarahisar’ın doğusunda Akarçay ile Dumlupınar arasında bulunan düşman mevzilerine saldırarak düşmanı kuzeye atacaktı. İkinci ordumuz ise Akarçay’ın kuzeyinden Sakarya’ya kadar olan cephede düşmana saldıracaktı. Bu ordumuz, düşmanın Eskişehir’de bulunan 3 tümeni, Döğer’de bulunan 3 tümeni ve Afyonkarahisar’ın doğusunda bulunan 2 tümeni olmak üzere toplam 8 tümenini durdurmakla vazifeliydi. Kocaeli bölgesinde olan güçlerimiz düşmanın güneye inmesine engel olacak, Menderes yöresindeki kuvvetlerimiz ise düşmanın İzmir’le olan bağlantısını kesecekti.
Büyük saldırı 26 Ağustos 1922 sabahı saat 5:30’da topçu birliklerinin ateşiyle başlamıştır. Başkomutan Mustafa Kemal o sabah ordularının başında Kocatepe’dedir. Saldırının ilk iki gününde Afyon’un güneyinde 50, doğusunda 30 kilometrelik Yunan cepheleri düşmüş; 28-29 Ağustos günlerinde Yunanlıların en güçlü birlikleri Aslıhanlar yöresinde çevrilmiş; 30 Ağustos günü de Başkomutanın doğrudan yönettiği savaş sonunda düşmanın en güçlü birlikleri yok edilmiştir. Büyük Taarruz gerçek bir baskın taarruzu niteliğinde gerçekleşti. Dışarıya yönelik haber yasağının da etkisi ile beraber ne İstanbul ne de dünya bir süre ne olduğunu anlayamadı. Gerçekten hiç kimse böylesine büyük bir taarruzu beklemiyordu. Bu yüzdendir ki Yunan Orduları Başkomutanı Hacı Anesti İzmir’e gitmek için hazırlık yapmakta bir sakınca görmemişti. Çünkü taarruz sabahından bir gün önce ülke genelinde, daha doğrusu tüm dünyanın rahatlıkla haberi olacak şekilde, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının çay partisi yapacakları haberi, telgraflarla ve kulaktan kulağa dolaştırıldı. Taarruzun gerçekleştiği 25-26 Ağustos gecesi Afyonkarahisar’daki Yunan generali Trikopis bir balo verecek kadar rahattı. Onların bu derece rahat olmasını sağlayan sebepler vardı. Aslında 1922 yılı baharında Türk taarruzu bekleniyordu, ancak gerçekleşmemişti. Bu durum Türklerin taarruz edecek cesareti kendilerinde bulamadıkları şeklinde değerlendirildi. Şimdi ise yağmur mevsimi başlamak üzereydi. Bu şartlarda kesinlikle taarruz beklenmiyordu. İngiliz istihbaratçı uzmanların Yunan savunma hatları ile ilgili olarak yaptıkları değerlendirmeler de Yunanlıların kendilerine olan güvenlerini arttırıyordu. Zira bu uzmanlar üç hattan oluşan ve tel örgülerle kuvvetlendirilen Yunan mevzilerinin çok güçlü olduğunu ve Türk kuvvetlerinin bu mevzileri aşma imkanının bulunmadığını söylüyorlardı. Hatta 30 Ağustos tarihli Neyologos gazetesi, birkaç ay evvel Anadolu cephesinden dönen Amerika muhabirlerinden Mister Jeypon’un Afyon’daki Yunan tahkimatına ve bu mevkiinin zaptı mümkün olmayan bir müstahkem mevki haline geldiğine dair Rum Cemiyet Edebiyesi’nde verdiği konferansı haber yapmış idi.
Hiç durmaksızın beş gün beş gece devam eden çetin muharebelerden sonra Dumlupınar’da asıl kuvvetleri yok edilen düşmanın bozguna uğrayarak geri çekilen bakiye kuvvetleri de toparlanma fırsatı bulamadan denize dek hiç ara verilmeden takip edilmiştir. Yunanlıların, Trakya ve Bursa mıntıkalarındaki bütün birliklerine denizden naklederek İzmir’in doğusunda son bir mukavemete yeltenmeleri fırsat verilmemiştir. Böylece düşman kuvvetlerin ikinci bir savunma hattı kurmaları mümkün olmamıştır. Türk ordusu, durup dinlenmeden, açlık ve susuzluk demeden İzmir’e kadar yaklaşık 400 kilometrelik mesafeyi yalnızca yaya ve süvari birlikle on gün içinde kat ederek takip operasyonunu Yıldırım Harbi örneğine uygun büyük bir başarıyla tamamlamıştır.
Taarruzun başarıya ulaşmasında topçusundan süvarisine kadar tüm neferlerin katkısı büyüktür. Başkumandan Mustafa Kemal Paşa topçunun iyi bir şekilde hazırlanmış olduğunu İsmet (İnönü) Paşa ile görüşmelerinde tekrar tekrar belirtmiştir. Başarıda pay sahibi olan diğer bir unsur da süvari sınıfıdır. Taarruzun başarıya ulaşabilmesi için taarruz birliklerinin 1/3 oranında fazla olması düşünülmekteydi. Yapılan bütün hazırlıklara rağmen ancak Yunanlılara yakın bir kuvvet oluşturulabilmişti. Yunanlılar makineli tüfek ve uçak kuvvetinde üstündü. Türk kuvvetleri ise süvari sayısı bakımından Yunanlılardan fazlaydı. Bunda Başkomutan Atatürk’ün rolü büyüktür. Çünkü Atatürk, taarruz, baskın ve takip harekâtlarında süvarinin üstünlüğünü çok iyi bilmekteydi. Bu yüzden de harekât öncesi güçlü süvari birliklerinin oluşturulmasını emretmiştir. Asıl taarruz birliklerinin sol tarafına yığınak yapacak olan Süvari Kolordusu yürüyüşünün çoğunu geceleyin hiçbir işaret vermeyecek şekilde gerçekleştirmiştir. Baskının gerçekleşmesinde pay sahibi olan bir diğer unsur da düşmanın bilgi sahibi olmasını engelleyen keşif uçakları ve av uçaklarıdır. Avcı uçakları devriye uçuşu yaparak düşman keşif uçaklarının hatların gerisine geçmesini engellemiş ve savaşın ilerleyen günlerinde de düşman hava kuvvetlerinin sayısal üstünlüğüne rağmen keşif faaliyetlerini başarıyla sürdürmüşlerdir. Elde edilen zaferin büyüklüğü, İstanbul basını ve yabancı yayın organlarında da yerini bulmuştur. Örnek vermek gerekirse, Jurnal Doryen gazetesinin Türk ordusunun taarruzunu öven değerlendirmeleri mevcuttur. Jurnal Doryen Türk kumandanların askerlik ilminin bütün gereklerini yerine getirdiklerini, savaşı çok iyi yönettiklerini, son dakikaya kadar asıl taarruzun gerçekleşeceği alanı gizlemeyi başardıklarını, düşman cephesini sarmak, düşmanı şaşırtmak, müdafaasını dağıtmak gibi askerlik ilminin bütün gereklerini uyguladıklarını belirtmektedir.
Türk savaş planının başarı ile uygulanması sonucu elde edilen bu büyük zafer Atatürk tarafından Meclise, kurmay heyetine, neferinden genelkurmay başkanına kadar Türk Ordusuna ve her türlü fedakârlığa katlanan Türk milletine mâl edilmiştir. Büyük taarruzda elde edilen büyük başarı sonucunda Erkân-ı Harbiye Reisi (Genelkurmay Başkanı) Fevzi (Çakmak) Paşa Müşirliğe (Mareşallik), Garp Cephesi Kumandanı İsmet (İnönü) Paşa Ferikliğe (Orgenerallik) yükselmiş ayrıca İstiklâl Madalyası ve TBMM Takdirnamesi ile ödüllendirilmesi uygun bulunanların isimleri tek tek Meclis kürsüsünden okunmuştur. Büyük Taarruz ’un tarihimiz açısından önemi gerek sanatsal faaliyetlerde gerekse marş ve türkülerde önemli bir yer tutmasından da rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Büyük Taarruz öncesi hazırlıklar ve savaş planları hakkında verilen bilgilerin ardından Türk savaş planına göre sistem dinamikleri çerçevesinde modelde düzenlemeler gerçekleştirilmiştir.
-BÜYÜK TAARRUZ'UN TÜRK SAVAŞ PLANINA GÖRE SİSTEM DİNAMİKLERİ ÇERÇEVESİNDE MODELLENMESİ-
Sakarya Meydan Savaşı’ndaki yenilginin ardından Yunan kuvvetleri taarruz güçlerini kaybetmiş bu nedenle ellerindeki toprakları kaybetmemek amacıyla savunmaya dayalı bir strateji saptayıp bu doğrultuda bir yıl boyunca hazırlık yapmışlardır. Türk tarafı da Yunan Genelkurmayı’nın bu eğilimini fark ettiği için ateş üstünlüğünü elde etmek amacıyla Yunan kuvvetlerinin karşı taarruza geçmeye çekineceğini bilerek Ankara civarında örtme taarruzu yapacak sınırlı sayıda birlik bırakmışlar ve güçlerinin çoğunu Afyon civarında mevzilendirmişlerdir. Gazi Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa ve Fevzi (Çakmak) Paşaların hazırladığı Türk taarruz planını anlayamayan Yunan Genelkurmayı örtme taarruzun yapıldığı bölgelerde de gerçek bir taarruzun gerçekleştiğini sandığından bu bölgelerdeki Yunan kuvvetleri atıl kalmış ve Türk kuvvetleri ateş üstünlüğünü ele geçirmişlerdir. Buna göre Yunan kuvvetleri 2 parçaya ayrılmıştır. Oluşan yeni durum *Tablo 2’de verilmektedir.
İlk aşamada Türk ordusu asıl taarruz gücü ile asıl taarruza maruz kalan Yunan ordusu arasında savaş gerçekleştiği ve diğer birlikler daha sonra mücadeleye katıldığı için modelin düzenlenmesi gerekmektedir. Modelin yeni duruma göre düzenlenmiş hali *Şekil 2'de sunulmuştur. Yeni duruma göre üstünlüğün el değiştirmesi N2 kanunundaki başlangıç değerleri karşılaştırıldığında da görülebilmektedir.
m0: Türk tarafı başlangıç askeri gücü. n0: Yunan tarafı başlangıç askeri gücü. Silah etkinlik değerinin 1 kabul edilmesine göre Türk taarruz planına göre güçlerin karşılaştırmaları şu şekilde gösterilebilir.
m02 > n02 ==> 200,0002 + 7,9412 > 120,0002 + 104,9962
40000000000 + 63,059,481 > 14400000000 + 11,024,160,016
40,063,059,481 > 25,424,160,016
Şekil 2' modellemesinin verdiği sonuçlar ise *Tablo 3'te gösterilmiştir. Türk taarruz planına göre düzenlenen yeni modelin sonuçları incelendiğinde, Yunan kuvvetleri çekilmeyip mücadele sonuna kadar devam etseydi, gerek asker gerekse silahlar açısından sayısal üstünlüğe sahip olmalarına rağmen ellerindeki tüm kuvvetleri kaybedecekleri Türk kuvvetlerinin kalan gücünün ise 74377 olacağı Tablo 3’teki değerlerden görülmektedir. Tablo 1’teki doğrudan cephe taarruzu varsayımına göre oluşturulan ilk modele ilişkin kısmi sonuçlar hatırlanacak olursa, Yunan kuvvetlerinin kalan askeri gücü 95000 olmakta ve Türk kuvvetlerinin bütün askeri gücü tükenmektedir. Tablo 1 ve Tablo 3’te yer alan sonuç değerlerindeki bu durum sadece kalan insan gücü açısından değil, diğer savaş malzemeleri olan top, tüfek, ağır makineli tüfek ve hafif makineli tüfek içinde benzer yapıda gerçekleşmektedir. Diğer bir deyişle, doğrudan cephe taarruzu varsayımına göre oluşturulan modelde Türk kuvvetleri bütün savaş malzemelerini kaybetmekte iken, Türk taarruz planına göre oluşturulan modelde, Yunan kuvvetlerinin ateş üstünlüğüne rağmen ellerindeki bütün malzemeleri kaybettikleri görülmektedir. Bu planı, Mustafa Kemal Atatürk "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O sathı bütün vatandır!" sözüyle dile getirerek, yüzlerce yıldır askeri sistemde var olan cephe mantığını yıkarak, yerine yepyeni bir sistem meydana getirmiştir.
-SONUÇ VE İNCELEME-
Savaş dönemlerinde, mücadele kapsamında verilen kararların alt yapısında pek çok strateji ve model bulunmaktadır. Bu model ve stratejiler hâlen günümüzde farklı amaçlarla karar verme süreçlerinde kullanılmaya devam etmiştir. Lanchester stratejisi, bu süreçte geliştirilen diğer yöntem ve modellerle birlikte, ilk kez savunma stratejisi ihtiyaçlarına göre geliştirilmiş ve düşmanı maksimum zarara uğratmayı hedef alan bir model olarak literatürde yerini almıştır. Bu çalışmada, Büyük Taarruz'un başlangıcındaki mevcutlara göre ateş üstünlükleri Lanchester kanunlarına göre hesaplanmıştır. Bu hesaplamaların ardından Lanchester kanunlarında yer alan ve silah etkinliğini gösteren E değerini belirlemede bütünsel bir yaklaşım geliştirmek amacıyla sistem dinamikleri çerçevesinde Stella 9.1.4 programında bir model oluşturulmuş ve doğrudan cephe taarruzu varsayımıyla çalıştırılmıştır. Ardından Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa ve Fevzi (Çakmak) Paşaların hazırladığı Türk taarruz planına göre model yeniden düzenlenerek sonuçların nasıl farklılaştığı incelenmiştir. I. Dünya Savaşı’ndaki siperlere gömülmüş askerleri yerinden kaldırıp atacak bir silah teknolojisinin geliştirilememesi ve strateji açısından kısır kalması ve sadece taktik bazda bazı gelişmelerin kaydedilmesi yeni arayışlara yol açmıştır. Siper açmazını çözecek olan tankların I. Dünya Savaşı’nın sonlarında ortaya çıkması, ancak tankı icat eden İngiltere ve Fransa’nın bu yeni silaha yönelik stratejiler geliştirmeyi ihmal etmesi ve uçakların da bomba taşıyacak kapasitelere ulaşabilmesi I. Dünya Savaşı ile II. Dünya Savaşı arasındaki dönemde yeni strateji arayışlarının önünü açmıştır. Bu arayışlar sırasında Alman kurmay subay Guerian’ın yarattığı Blitzkriegg felsefesi, savaş ortamını oldukça dinamik hale getirmiş ve dinamik ortamda sürekli yeni silah teknolojileri ve stratejilerin geliştirilmesinin de yolunu açmıştır. Bu dinamik savaş ortamında alternatif savaş senaryolarının analizi sürecinde Lanchester stratejisinin sistem dinamikleri kavramıyla bütünleştirmesiyle, bu alanda yapılacak diğer çalışmalara yön verebileceği düşünülmektedir.
Bir dönemin askeri gücü analiz edebilmek için, tamamen objektif bakış açısına bağlı kalarak, sonra gelen dönemin askeri gücüyle kıyaslanmaması ve daha doğru analiz sonuçlarının ortaya çıkması için empati kurulması gerekmektedir. Çünkü 100 yıl önceki askeri gücü, modern çağın askeri gücüyle karşılaştıracak olursak, elbette 100 yıl önceki askeri güç, modern çağın yanında güçsüz görünecektir. Aynı şekilde 200 yıl önceki askeri güç ile 100 yıl önceki askeri gücü karşılaştıracak olursak, yine elbette 200 yıl önceki askeri güç daha güçsüz görünecektir. Bundan dolayı tarih hakkında araştırmalar yaparken o dönemin sürecini ve olanaklarını göz önünde tutmak, daha sağlıklı sonuçlar doğuracaktır. Buna bağlı olarak Roma tarihinin incelemesi yapılırken o dönemin empatisi kurulmalıdır. Eski çağlardaki dönemlerin tarihi araştırmaları ise o dönemin sanat eserlerinden, mimari yapılarından, yazıtlardan, mimari ve çeşitli sanatsal işlemelerinden ortaya çıkar; zafer takları, vazolar, heykeller, sütun tarzları, mimari planlar ve resimler gibi. Bu topraklar üzerindeki yakın dönem tarihi araştırmalar ise Türkiye Cumhuriyeti arşivlerinden, Osmanlı arşivlerinden ve İngiliz istihbarat arşivlerinden (O dönem içerisinde Anadolu'nun her karış toprağında İngiliz haber alma ajanları ve İngiliz istihbarat subayları bulunurdu) yapılır; buna elbette ki Türk-Yunan savaşı da dahildir. Yunan topluluğu, yıllarca Osmanlı kontrolü dahilinde varlıklarını herhangi bir ayrım görmeden sürdürmüşlerdir. Bu duruma Osmanlı okullarında okuyabilmiş ve Osmanlı harbiyesinde askeri eğitim alabilmiş olmaları da dahildir. Osmanlı'nın kaçınılmaz çöküş döneminden Büyük Taarruz'a kadar olan süreç dahilinde dünyanın her yerinde askeri anlamda aynı kitaplar ve aynı stratejiler gösterilmekteydi. Yani o dönemde Fransa'da subay olan bir askerin bilgisi ile Osmanlı'da subay olan bir askerin bilgisi aynı idi. 30 Ağustos'ta sonuçlanan Büyük Taarruz'a kadarki dönemde, savaşın öncesinde ve sonrasında da Yunan Krallığı'nda fikir ayrılıkları bulunurdu. Krallığın 1. kısmı sadece Ege bölgesini isterken, diğer 2. kısmı ise İstanbul'a ve tüm Anadolu'ya sahip olmak istiyordu. 2. kısmın böyle bir arzu içerisinde olmasındaki tek etken Yunan askeri kuvvetinin ve moral yapısının Türk askeri kuvvetinden ve moral yapısından üstün olduğunu biliyor olmalarıydı. Üstelik ellerinde Yunan Krallığını tamamen destekleyen İngiltere'nin Anadolu'dan İngiliz istihbarat raporları bulunuyordu. Öyle ki Anadolu'da bir kuş tek kanadını oynatsa dahi, bundan, başta İngiltere'nin ve Yunan Krallığı'nın haberi oluyordu. Sakarya Meydan Muharebesi'nin sonuna kadar ise cephelerden gelen tüm askeri raporların hepsi, Yunan Krallığı için olumlu sonuçlar doğuruyordu. Sadece Ege bölgesinde kalmayı isteyen ve ilerlemeyi kabul etmeyen kesim ise Anadolu'nun engin çukuruna girmeyi göze almak istemiyordu. 1. Kesime kulak veren 2. Kesim ise bunu dikkate alarak İngiltere'den, Romanya ve Bulgaristan üzerinden bolca destek almaktaydı.
Yunan kuvvetlerinin ve Türk kuvvetlerinin rütbeli askerlerini inceleyecek olursak, Balkan Savaşlarının ve 1. Dünya Savaşı tecrübelerini üzerinde taşıyan, tecrübeli ve çok iyi eğitimli askerlerdi. Üstelik İngiliz kaynaklarıyla elde ettikleri Çanakkale savaş raporlarında ise Türklerin neleri yapabileceklerini ve neleri yapamayacaklarını iyi biliyorlardı. Ancak bazı şeyleri gözden kaçırmışlardır. Yüzlerce yıldır Anadolu'nun zengin ve çetin coğrafyasında yaşayan, Anadolu ve Türk kültürüne sarılmış, gerek fedakârlık gerekse zafer için radikal kararlar vermek isteyen ve bu uğurda canını seve seve vermeye adamış Türk halkının, Türk askeriyesinin arkasında olduğunu unutmuşlardır. Sakarya Muharebesi'nden sonra sadece 11.5 ayda, ancak Yunan asker sayısına yaklaşılmış ve tükenen kaynaklardan, Türkiye'ye kesilen yardımlardan dolayı, geri ödeme garantisi adı altında iç borçlanmaya gidilmiş ve cumhuriyet kurulduğunda halktan alınan tüm borçlar kuruşu kuruşuna geri ödenmiş, Büyük Taarruz'un başından beri ele geçirilen 8,371 at, 8,430 öküz ve manda, 8,711 eşek, 14,340 koyun ve 440 deve halka dağıtılmıştır. Bununla birlikte Büyük Taarruz'da esir düşen tam 20,826 Yunan askerinden 23 inşaat taburu kurulmuş ve kendi yıktıkları köprülerin, karayollarının ve demiryollarının tamirinde çalıştırılmıştır.
Yok olmak üzere olan bir toplumu, bu toplumu üzerindeki ölü toprağını atarak diriltecek olan savaşı ve yok olmak üzere olan bu toplumu kurtaracak olan savaşın fikir babası olan Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını küçümsemek ve onlara hakaret etmek, o dönemin yokluk içerisindeki toplumun büyük umutlarla, modern dünyaya ayak uydurabilmek için sarf ettikleri büyük çabalarla kurdukları ilelebet payidar kalacak olan Türkiye Cumhuriyeti'ne düşmanlık ve hainliktir.
30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu Olsun!
Şekil 1
Şekil 2
Tablo 1
Tablo 2
Tablo 3
submitted by rohunder to KGBTR [link] [comments]

BÜYÜK TAARRUZ ANALİZi

Bu yazı, dünya genelindeki askeri savaş sistemlerine ve stratejilerine yön vermiş olan Büyük Taarruz'u, o dönemde de kullanılan, Mustafa Kemal Atatürk ve Fevzi Çakmak tarafından da geliştirilen Lanchester Stratejisi ile birlikte modern çağda kullanılan Sistem Dinamikleri çerçevesince incelemeye yöneliktir.
-SİSTEM DİNAMİKLERİ-
Sistem dinamiklerinin temeli, bilgisayar uzmanı olan Jay Wright Forrester tarafından 1961 yılında basılan kitabında atılmıştır. Sistem dinamikleri, sistemlerin komplikasyonlarıyla, yani karmaşıklığıyla ilgilenen bir uzmanlık alanıdır. Sistem dinamikleri, olayların ve olaylara bağlı olan cisimlerin zaman içerisindeki değişimiyle ilgilenir. Yani sistem dinamikleri, tarihte, kimyada, biyolojide, fizikte, mühendislikte ve içinde herhangi bir komplikasyon barındıran tüm sistemleri incelemede kullanılır. Sistem dinamikleri, komplikasyonları baz alarak, dinamik yapıların zaman içerisinde nasıl değişimler gösterdiğini anlamaya yönelik, oluşan yeni dinamiklerin tespit edilmesinde, doğada bulunan nedensellik ilkesine bağlı olan neden-sonuç ilişkilerinin anlaşılabilmesinde ve askeri savaş ortamlarında uygulanmış, uygulanan ya da uygulanacak olan stratejiler sonucu olarak, olası kayıpların ve kazançların belirlenmesinde kullanılır.
-LANCHESTER STRATEJİSİ-
Stratejinin yaratıcısı, İngiliz askeri mühendisi olan Frederick William Lanchester'dır. Lanchester Stratejisi ilk olarak 1916 yılında yayımlanan Aircraft in Warfare: The Dawn of the Fourth Arm kitabında "Savaş Stratejisinin Yönetim Kanunları" konusunda bahsedilmiştir. Lanchester Stratejisi için yapılacak en basit tanım, savaş bilimidir ve düşmanı en fazla zarara uğratmayı amaçlayan bir modeldir. 1. Dünya Savaşı'nda ve 2. Dünya Savaşı'nda kullanılan bu strateji, bütün dünyada olduğu gibi TSK Kara Harp Okulu Akademik Programı'nda, 4. Sınıf 1. Yarıyılındaki müfredatta bulunan Muharebe Modelleme dersinde öğretilmiştir.
Lanchester Stratejisi'ne baktığımızda, bu modellemeyle çeşitli savaş taktikleri geliştirmekle birlikte, doğa içindeki canlıların birbirleriyle olan mücadelesini de temel alan çeşitli çalışmalar bulunmaktadır. Düşman güçler arasındaki çarpışmaları modellemek amacıyla Lanchester Stratejisi baz alarak kısmi türev denklemleri geliştirilmiştir. Bunun haricinde bir diğer örneklerden biri de karınca kolonileri arasında, kaynakları elde tutma amacına yönelik mücadeleler ile ilgili olarak Lanchester doğrusallık (Lanchester 1. Kanunu) ve N2 kanunlarını (Lanchester 2. Kanunu) temel olan bir model kullanılmıştır.
Ölümüne savaş kavramı, devletler arasında gerçekleşen savaşları incelemede, böcek kolonilerinin, maymunların, kuş popülasyonlarının ve diğer canlı popülasyonlarının birbirleriyle olan mücadelelerini içeren doğa olaylarını incelemede, şirketler ya da şirketlerin piyasaya sürdüğü ürünler arasındaki ticari savaşlarını incelemede ve hatta toplumları etkileyen salgın hastalıklarla yapılan mücadeleyi incelemede kullanılır.
Askeri operasyonlarda, her iki tarafın da görev dağılımının dinamik bir şekilde yapılabilmesi oldukça kritik bir noktadır. Öyle ki emir-komuta zincirinin bir sonucu olarak dağıtılan görev ve kaynaklar her zaman istenilen sonucu vermemektedir. Bundan dolayı operasyon süreci devam ederken görev ve kaynak dağılımının tekrardan yapılabilmesi gerekebilmektedir. Bu kritik aşama, modern çağın askeri operasyon ve savaşlarında da meydana gelmektedir. Görev ve kaynak dağılımının dinamiği, operasyon yapılacak ya da yapılan bölgenin coğrafik şartlarına, dönemin teknolojisine (tank, zırhlı taşıma araçları, hacking, uydu sistemleri, insansız hava araçları, yüksek menzilli savunma sistemleri, nükleer silahlanma vb.), operasyon dahilindeki tarafların psikolojik yapısına (genellikle moral) ve ekonomik desteğe bağlıdır. Minimalize bir örnek verilebilirse, defansif kabul edilen A tarafının piyade gücü 50,000 kişi, yüksek menzilli savunma sistem oranı %90, uçak sayısı 100, tank sayısı 200, hacking saldırı oranı %100, uydu sayısı 10, insansız hava araç sayısı 100 olsun. Ofansif kabul edilen B tarafının da piyade gücü 150,000 kişi, uçaksavar oranı %10, uçak sayısı 200, tank sayısı 200, hacking saldırı oranı %20, uydu sayısı 0, insansız hava araç sayısı 20 olsun. A ve B arasında gerçekleşecek olan savaşı, A tarafının elinde bulunan uydu sistemleri, B tarafının birliklerinin hangi bölgeye operasyon düzenleyeceğini öğreneceği ve o bölgede seyir halinde olan uçakların ve insansız hava araçlarının ve bölgeyi incelemeye çalışan uyduların sistemlerine hack saldırısı düzenleyeceği için B tarafının hava gücü etkisiz hale gelecektir. Artık B tarafının elinde sadece tank, piyade, uçaksavar ve anti-hacking yapmaya çalışan ve nihai başarısızlığa erişebilecek olan hacking sistemi bulunmaktadır. B tarafı, birliklerini operasyon yapmak istediği bölgeye her ulaşmaya çalıştığında A tarafı tarafından saldırıya uğrayacak ve büyük bir bozgunla karşı karşıya gelecektir. Üstelik B tarafı için en büyük tehlikelerden birisi de, A tarafının sahip olduğu yüksek menzilli savunma sistemlerinin ve teknolojik saldırı sistemlerinin B tarafının sanayi ve sivil bölgelerine karşı kullanılması ve B tarafını içten içe yok edebilmesi olacaktır.
Lanchester Stratejisi'nin vermiş olduğu meyveler ve bu strateji baz alarak geliştirilmiş olan taktikler bugün bile halen kullanılmaktadır. Örneğin ABD'nin savaş düşünce yapısına göre, ABD bir bölgeye operasyon düzenlemek istiyorsa (Örneğin Orta Doğu bölgesi), oluşturmak istediği askeri birlikleri ve kullanmak istediği askeri kaynakları ABD topraklarından değil, Orta Doğu'daki ABD üslerine giden emirler doğrultusunda oluşturulan birliklerden ve kullanmak istediği silah kaynaklarını ise ABD üslerine yakın olan şirketlerinden sağlamaktadır. Şayet tüm birlikleri ve kaynakları kendi ülkesinden temin etmek isterse, astronomik değerler içeren bir fatura çıkacaktır karşısına. Amerika'ya kaynak ve silah temin eden bu şirketler, genel olarak ABD arasında ticari anlaşmaların olduğu devletlerde bulunmaktadır; Türkiye ve Suudi Arabistan gibi. Silah tedariği sağlayan devletlerin genel ortak özelliği ise tarım oranı düşüktür ya da düşürülmüş, sanayi oranı yüksektir ya da yükseltilmiş ve sosyal hizmetler oranı düşüktür ya da düşürülmüştür. Birlikler ve kaynaklar hazırlanmadan önce hazırlanması gereken en önemli etken ise stratejidir. İşte tam bu noktada sistem dinamikleri ve Lanchester Stratejisi devreye girer. Çünkü bu stratejiler operasyonun ya da savaşın devlete ya da devletlere olan savaş maliyetini de ortaya çıkarır. Çünkü düşman sayısının 1,000 kişi olduğu bilinen dağlık bir bölgeye 50,000 kişiyi yollamak, operasyonu yapacak olan tarafa ekonomik anlamda oldukça büyük bir masraf oluşturur. Bu yüzden dağlık alanda var olan 1,000 kişiye karşı kazançlı çıkabilmek için öncelikle o coğrafyaya özel eğitimli birliklerin yetiştirilmesi ve meydana getirilmesi gerekmektedir. Özellikle birlik sayısının az tutulması ise modern çağda çok büyük bir önem arz etmektedir. Çünkü stratejinin sunacağı oranları düşündüğümüzde dağlık alandaki 1,000 kişiye karşı, yüksek savaş kaynaklarına sahip optimum sayıdaki iyi eğitimli 500 kişi yeterli olacaktır. Bu da operasyonu yapmak isteyen tarafa 49,500 kişilik bir kâr sağlayacaktır.
Tüm bu örneklemelerde görüldüğü gibi Lanchester çarpışmaları, operasyonları ve mücadeleleri modellemek amacıyla geliştirilmesiyle ilgili pek çok teorik ve uygulamalı çalışmalar bulunmaktadır. Ilachinski'nin 1996 yılında yayımlanan kitabında karmaşık sistem dinamiklerini test ederken hava ve deniz savaşlarından ziyade, kara savaşlarına odaklanmıştır. Ilachinski'ye göre kara savaşlarının tercih nedenleri şu şekilde sıralanmıştır:
a) Kara savaşlarında birbirlerine zarar verebilecek piyade, tank, zırhlı personel taşıyıcı gibi pek çok unsur bulunmaktadır. Deniz savaşları için ise karmaşık bir sistem mevcut değildir, modelin içeriği sadece gemi sayılarıdır.
b) Kara savaşları, deniz ve hava savaşlarına göre daha karmaşık ortamlarda gerçekleşmektedir. Savaşın cereyan edebileceği birbirinden çok farklı coğrafyalar ve iklim koşulları mevcut olabilmektedir.
c) Kara savaşları, savaşan tarafların moral düzeyine de bağlı olduğundan psikolojik yönü de önem kazanmaktadır.
-LANCHESTER DOĞRUSALLIK VE N2 KANUNLARI-
Lanchester, ok, yay, kılıç ve kalkanların kullanıldığı göğüs göğüse mücadelelerin yapıldığı antik dönem savaşlarını temel alarak doğrusallık kanununu açıklamıştır. Lanchester 1. Kanununa göre, güç değişim oranı kayıp oranına eşit olduğunda savaş dengeye ulaşır. Oransal değişim denklemi şu şekilde gösterilmektedir:
(m0 - m) = E(n0 - n) --(1. Denklem)--
m0: Müttefik tarafın başlangıçtaki askeri gücü.
m: Müttefik tarafın kalan askeri gücü.
n0: Düşman tarafın başlangıçtaki askeri gücü.
n: Düşman tarafın kalan askeri gücü.
E: Değişim oranı (Silah etkinliği)
Bu denkleme bağlı olarak, zayıf olan taraf teslim olmadığı sürece, bütün kuvveti tükenene kadar mücadele etmeye devam eder. Bütün askeri güç tükenmeden savaş sona erdirildiğinde de aynı denklemden yararlanılarak taraflardan birinin kalan kuvveti kullanılarak, diğer tarafın kalan kuvveti ve buna bağlı olarak olası kayıpları hesaplanabilir. Lanchester'ın 2. Kanunu olan N2 Kanunu'na göre savaş malzemesi üstün olan taraf, düşmanı yıprattıkça kendisinin alacağı hasar azalacağından, tarafların savaş güçlerinin karesi ile oranlama yapılmaktadır. 2. Kanuna bağlı denklem ise şu şekilde gösterilmektedir:
(m02 - m2) = E(n02 - n2) --(2. Denklem)--
Örnek olarak 2,000 kişilik bir güce sahip taraf ile 1,000 kişilik güce sahip taraf çarpıştığında, doğrusallık oranı 2'ye karşı 1 iken, N2 Kanunu'na göre, güçlü olan tarafın düşmana zarar verme oranı ateş üstünlüğünden dolayı 4'e karşı 1'dir. N2 Kanunu'nun daha karmaşık hesaplamalar içermesine rağmen, gerek savaş meydanlarında, gerekse bu stratejilerin uyarlandığı işletme faaliyetlerinde, daha gerçekçi değerlendirmeler sağladığı açıktır. Savaş alanları için N2 Kanunu değerlendirecek olursa, taraflardan birinin gerek asker sayısı gerekse silah gücü bakımından avantajlı olması, kendisine daha yüksek ateş gücü sağlayacağı için karşı tarafa daha fazla kayıp verdirme olanaklarına kavuşacaktır. Zaten savaş terminolojisinde yaygın bir kavram olan "sıklet merkezi prensibi" de bu duruma uygun bir şekilde, kurmaylık eğitimi alan generaller tarafından uygulanarak büyük zaferlerin elde edilmesi sağlanmaktadır. Sıklet merkezi prensibi ile hareket ederek düşman kuvvetlerinin şaşırtıldığı ve sayıca az olunmasına rağmen düşmanın yenilgiye uğratıldığı durumlara Büyük Taarruz planları örnek olarak verilebilir. Yazının ilerleyen bölümlerinde Büyük Taarruz'un başlangıcındaki mevcutlara göre tarafların ateş üstünlükleri, Lanchester Kanunu'na göre hesaplanmış, Mustafa Kemal Atatürk ve Fevzi Çakmak'ın belirledikleri strateji gösterilmeye çalışılmıştır.
-BÜYÜK TAARRUZ ÖNCESİ KUVVETLERİN LANCHESTER KANUNLARINA GÖRE ANALİZİ-
Büyük Taarruz'un başlangıcındaki mevcutlara göre tarafların ateş üstünlükleri şu şekildedir:
1) Türk Ordusu
-Asker: 207,941
-Top: 323
-Tüfek: 92,792
-Hafif Makineli Tüfek: 2,025
-Ağır Makineli Tüfek: 839
2) Yunan Ordusu
-Asker: 224,996
-Top: 418
-Tüfek: 130,000
-Hafif Makineli Tüfek: 3,139
-Ağır Makineli Tüfek: 1,280
Veriler incelendiğinde Yunan güçlerinin, gerek asker sayısı bakımından gerekse askeri kaynak bakımından Türk güçlerine karşı üstün olduğu görülmektedir. Bir de bu avantaja dönemin silah teknolojisi içerisinde, siperlere girmiş savunma kuvvetlerini yerinden kaldırmada kullanılabilecek olan tankların, sadece İngiltere ve Fransa gibi süper güç olan sömürge devlerinde kısıtlı sayıda mevcut olduğu düşünüldüğünde, savunmada bulunmanın avantajı da eklenmekte ve Yunan güçlerinin etkinliğini arttırmaktadır. Bu yapıda bir taarruz edildiğinde, normal koşullar altında Lanchester'ın 2. Kanunu'na göre Yunan kuvvetlerinin ateş üstünlüğü, 224,996/207,941= 1.082018 oranında değil, (224,996/207,941)/(207,941/224,996)= 1.170764 oranında olacaktır. Bu oranlarda gösterilen ateş üstünlüğü, birbirine çok yakın olan birlikleri etkilemektedir. Buna bir de savaşmak için daha kritik malzemeler olan top, hafif makineli tüfek ve ağır makineli tüfeklerdeki daha büyük üstünlükler eklendiğinde, Yunan kuvvetlerinin savunmada başarılı olması kaçınılmaz olacaktır. Tüm savaş desteklerini de göz önünde bulundurursak karşımıza şöyle değerler ortaya çıkacaktır.
Doğrusallık Kanunu'na göre Yunan kuvvetlerinin ateş üstünlüğü oranları:
-Asker: 224,996/207,941= 1.082018
-Top: 418/323= 1.294118
-Tüfek: 130,000/92,792= 1.400883
-Hafif Makineli Tüfek: 3,139/2,025= 1.550123
-Ağır Makineli Tüfek: 1,280/839= 1.525626
N2 Kanunu'na göre Yunan kuvvetlerinin ateş üstünlüğü oranları:
-Asker: (224,996/207,941)/(207,941/224,996) = 1.170764
-Top: (418/323)/(323/418)= 4182 / 3232 = 1.67474
-Tüfek: (130,000/92,792)/(92,792/130,000) = 130,0002 / 92,7922 = 1.962753
-Hafif Makineli Tüfek: (3,139/2,025)/(2,025/3,139)= 3,1392 / 2,0252 = 2.402883
-Ağır Makineli Tüfek: (1,280/839)/(839/1,280)= 1,2802 / 8392 = 2.327534
Değerlerde görüldüğü üzere N2 Kanunu'na göre hafif ve ağır makineli tüfeklerin üstünlük oranı neredeyse 2.5 seviyesine yaklaşmaktadır. Tankların ve zırhlı personel taşıyıcıların olmadığı bu dönem için ağır ve hafif makineli tüfeklerin taarruz eden taraf üzerindeki ölümcül etkisi tartışılmaz bir durumdur. Taraflardan biri tüm gücünü kaybedene kadar mücadele devam etseydi, verilecek olan kayıplar, Doğrusallık Kanunu ve N2 Kanunu'na göre 1. ve 2. Denklemler ile bulunabilecektir.
E olarak simgelenen değişim oranı, tarafların silahlarının etkinliğini ifade etmektedir. Başlangıç olarak bu değer 1 kabul edildiğinde, Türk kuvvetlerinin daha az olduğu için Türk kuvvetleri tükenene kadar mücadele devam ettirilecek olursa; Yunan kuvvetleri kalan askeri gücü aşağıdaki gibi bulunabilir:
m0 = 207,941
m = 0
n0 = 224,996
n0 = 0
E = 1
(m02 - m2) = E(n02 - n2)
(207,9412 - 02) = 1(224,9962 - n2)
n = 85,928
Yunan kuvvetlerinin başlangıç askeri gücü ile yukarıda hesaplanan Yunan kuvvetleri kalan askeri gücü arasındaki fark, Yunan kuvvetlerinin toplam kayıplarını verecektir:
n0 - n = 224,996 - 85,928 = 139,067
Yapılan bu hesaplamalarda Lanchester Doğrusallık ve N2 kanunlarına ilişkin olarak 1. Denklem ve 2. Denklem içerisinde yer alan ve tarafların silahlarının etkinliğini ifade eden değişim oranı olan E, 1 olarak kabul edilmiş ayrıca her bir savaş malzemesi için birbirinden bağımsız olarak hesaplamalar yapılmıştır. Ancak gerçek hayatta top, ağır makineli tüfek ve hafif makineli tüfek gibi Kurtuluş Savaşının gerçekleştiği dönem için kritik olan savaş malzemelerinin sayı farklılıklarının bir arada düşünülerek değerinin yerine kullanılması gerekmektedir. Bu bütünsel bakışı sağlayabilmek için sistem dinamiği modeli kullanılmalıdır. Yazının ilerleyen bölümlerinde de verilecek olan, 26 Ağustos 1922 tarihi itibarıyla Türk ve Yunan kuvvetlerine ait veriler, doğrudan cephe taarruzu varsayımına göre oluşturulmuştur.
-Büyük Taarruzun Doğrudan Cephe Taarruzu Varsayımına Göre Sistem Dinamikleri Çerçevesinde Modellenmesi-
Lanchester Kanunlarına göre hesaplamalar yapılırken daha önce değinildiği üzere silah etkinliği olan E değerinin 1 olduğu varsayımıyla hareket edilmiştir. Ancak gerçek hayatta top, ağır makineli tüfek ve hafif makineli tüfek gibi Kurtuluş Savaşının gerçekleştiği dönem için kritik olan savaş malzemelerinin sayı farklılıklarının birarada düşünülerek E değerinin yerine kullanılması gerekmektedir. Bu sıkıntıyı gidermek amacıyla olayları sistemin dinamikleri içerisinde incelemeyi sağlayan Stella 9.1.4 programında tüm bu savaş malzemelerinin etkilerini içeren bir model kurulmuştur. Stella 9.1.4. programı model sayfası ve oluşturulan model *Şekil 1'de görülebilir. Oluşturulan modellemenin getirdiği sonuç ise *Tablo 1'deki gibidir. Tablo 1'deki kısmi sonuçlar incelenecek olursa, Yunan kuvvetlerinin kalan askeri gücü 95000 olmakta ve Türk kuvvetlerinin bütün askeri gücü tükenmektedir.
Yunan kuvvetlerinin doğrudan cephe taarruzu durumundaki üstünlüğü N2 Kanunu'ndaki başlangıç değerleri karşılaştırıldığında da görülebilmektedir.
m0: Türk tarafı başlangıç askeri gücü n0: Yunan tarafı başlangıç askeri gücü Silah etkinliğinin değerinin (E), 1 kabul edilmesine göre cephe taarruzunda güçlerin karşılaştırılması şu şekilde gösterilebilir.
m02 < n02 ==> 207,9412 < 224,9962
43,239,459,481 < 50,623,200,016
Doğrudan cephe taarruzu yapılması varsayımına göre model oluşturulduktan sonra bu savaş öncesi yapılan hazırlıklar ve savaş planları hakkında bilgi verilecektir.
-BÜYÜK TAARRUZ-
Sakarya Savaşı, 13 Eylül 1921 tarihinde sona ermesine rağmen Büyük Taarruz 26 Ağustos 1922 tarihinde başlamıştır. Diğer bir ifade ile taarruz yaklaşık on bir buçuk ay sonra gerçekleşmiştir. Aslında Sakarya’da mağlup edilen düşmanın sıkı bir şekilde takip edilmesi ve kazanılan zaferin meyvelerinin alınması beklenirdi. Ancak, yirmi iki gün yirmi iki gece devam eden Sakarya Savaşı Türk ordusunu da çok yıpratmıştı. Bu yüzden bir süre bekleyip orduyu toparladıktan sonra taarruza geçmek daha mantıklıydı. Büyük taarruzun temel gecikme sebepleri şunlardır:
a) Ordunun eksikliklerinin giderilmesi ve ihtiyaçlarının temini. Taarruz için gerekli olan insan, silah ve cephane noksanının giderilmesi gerekliliği.
b) Bugüne kadar sürekli savunmada kalmış olan orduya taarruz eğitimi vermek.
c) Sad Planı ile ortaya konulan taarruz planının olgunlaştırılması.
d) Güney ve Doğu cephelerinden birliklerin batıya nakledilmesi.
e) Silah noksanının giderilmesi için gizli örgütler vasıtasıyla İstanbul’dan Anadolu’ya silah kaçırılmasına hız verilmesi.
e) Silah satın alınması işlemlerine hız verilmesi.
f) Askerî imalathanelerin silah ve teçhizat noksanını gidermeye yönelik yapılan çalışmalar
g) Asker sayısını artırmaya yönelik yapılan çalışmalar. 1901 (Rumi takvime göre 1317) doğumluların silah altına alınması.
h) İaşe temini; Konya, Niğde, Burdur, Denizli vb. aşar ambarlarında bulunan ürünlerin demiryolu istasyonlarına indirilmesi ve orada bulunan askerî birliklere teslim edilmesinin temini.
i) Eksiklikler nedeniyle köylü kıyafetleri giymek zorunda kalan erat için asker elbiselerinin temini.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal 6 Ağustos 1922’de tüm ordu birliklerine saldırı için son hazırlıkları yapmalarını gizlice bildirmiş, 20 Ağustos’ta Akşehir’deki Batı cephesi yönetim yerine giderek orada Genel Kurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa ve Cephe Komutanı İsmet (İnönü) Paşa ile taarruz planını bir kez daha tüm ayrıntılarıyla gözden geçirmiştir. Saldırı, Yunan birliklerini beklenmedik baskınla çevirme ve yok etme ilkesine göre düzenlenmiştir. Saldırı için kullanılan stratejiye Kurt Kapanı Taktiği adı verilmiştir.
Mustafa Kemal Paşa’nın taarruz planı, askeri gücümüzün büyük çoğunluğunu düşman cephesinin dış yanında ve etrafında toplayarak düşmanı yok etmek idi. Birinci ordumuz Afyonkarahisar’ın doğusunda Akarçay ile Dumlupınar arasında bulunan düşman mevzilerine saldırarak düşmanı kuzeye atacaktı. İkinci ordumuz ise Akarçay’ın kuzeyinden Sakarya’ya kadar olan cephede düşmana saldıracaktı. Bu ordumuz, düşmanın Eskişehir’de bulunan 3 tümeni, Döğer’de bulunan 3 tümeni ve Afyonkarahisar’ın doğusunda bulunan 2 tümeni olmak üzere toplam 8 tümenini durdurmakla vazifeliydi. Kocaeli bölgesinde olan güçlerimiz düşmanın güneye inmesine engel olacak, Menderes yöresindeki kuvvetlerimiz ise düşmanın İzmir’le olan bağlantısını kesecekti.
Büyük saldırı 26 Ağustos 1922 sabahı saat 5:30’da topçu birliklerinin ateşiyle başlamıştır. Başkomutan Mustafa Kemal o sabah ordularının başında Kocatepe’dedir. Saldırının ilk iki gününde Afyon’un güneyinde 50, doğusunda 30 kilometrelik Yunan cepheleri düşmüş; 28-29 Ağustos günlerinde Yunanlıların en güçlü birlikleri Aslıhanlar yöresinde çevrilmiş; 30 Ağustos günü de Başkomutanın doğrudan yönettiği savaş sonunda düşmanın en güçlü birlikleri yok edilmiştir. Büyük Taarruz gerçek bir baskın taarruzu niteliğinde gerçekleşti. Dışarıya yönelik haber yasağının da etkisi ile beraber ne İstanbul ne de dünya bir süre ne olduğunu anlayamadı. Gerçekten hiç kimse böylesine büyük bir taarruzu beklemiyordu. Bu yüzdendir ki Yunan Orduları Başkomutanı Hacı Anesti İzmir’e gitmek için hazırlık yapmakta bir sakınca görmemişti. Çünkü taarruz sabahından bir gün önce ülke genelinde, daha doğrusu tüm dünyanın rahatlıkla haberi olacak şekilde, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının çay partisi yapacakları haberi, telgraflarla ve kulaktan kulağa dolaştırıldı. Taarruzun gerçekleştiği 25-26 Ağustos gecesi Afyonkarahisar’daki Yunan generali Trikopis bir balo verecek kadar rahattı. Onların bu derece rahat olmasını sağlayan sebepler vardı. Aslında 1922 yılı baharında Türk taarruzu bekleniyordu, ancak gerçekleşmemişti. Bu durum Türklerin taarruz edecek cesareti kendilerinde bulamadıkları şeklinde değerlendirildi. Şimdi ise yağmur mevsimi başlamak üzereydi. Bu şartlarda kesinlikle taarruz beklenmiyordu. İngiliz istihbaratçı uzmanların Yunan savunma hatları ile ilgili olarak yaptıkları değerlendirmeler de Yunanlıların kendilerine olan güvenlerini arttırıyordu. Zira bu uzmanlar üç hattan oluşan ve tel örgülerle kuvvetlendirilen Yunan mevzilerinin çok güçlü olduğunu ve Türk kuvvetlerinin bu mevzileri aşma imkanının bulunmadığını söylüyorlardı. Hatta 30 Ağustos tarihli Neyologos gazetesi, birkaç ay evvel Anadolu cephesinden dönen Amerika muhabirlerinden Mister Jeypon’un Afyon’daki Yunan tahkimatına ve bu mevkiinin zaptı mümkün olmayan bir müstahkem mevki haline geldiğine dair Rum Cemiyet Edebiyesi’nde verdiği konferansı haber yapmış idi.
Hiç durmaksızın beş gün beş gece devam eden çetin muharebelerden sonra Dumlupınar’da asıl kuvvetleri yok edilen düşmanın bozguna uğrayarak geri çekilen bakiye kuvvetleri de toparlanma fırsatı bulamadan denize dek hiç ara verilmeden takip edilmiştir. Yunanlıların, Trakya ve Bursa mıntıkalarındaki bütün birliklerine denizden naklederek İzmir’in doğusunda son bir mukavemete yeltenmeleri fırsat verilmemiştir. Böylece düşman kuvvetlerin ikinci bir savunma hattı kurmaları mümkün olmamıştır. Türk ordusu, durup dinlenmeden, açlık ve susuzluk demeden İzmir’e kadar yaklaşık 400 kilometrelik mesafeyi yalnızca yaya ve süvari birlikle on gün içinde kat ederek takip operasyonunu Yıldırım Harbi örneğine uygun büyük bir başarıyla tamamlamıştır.
Taarruzun başarıya ulaşmasında topçusundan süvarisine kadar tüm neferlerin katkısı büyüktür. Başkumandan Mustafa Kemal Paşa topçunun iyi bir şekilde hazırlanmış olduğunu İsmet (İnönü) Paşa ile görüşmelerinde tekrar tekrar belirtmiştir. Başarıda pay sahibi olan diğer bir unsur da süvari sınıfıdır. Taarruzun başarıya ulaşabilmesi için taarruz birliklerinin 1/3 oranında fazla olması düşünülmekteydi. Yapılan bütün hazırlıklara rağmen ancak Yunanlılara yakın bir kuvvet oluşturulabilmişti. Yunanlılar makineli tüfek ve uçak kuvvetinde üstündü. Türk kuvvetleri ise süvari sayısı bakımından Yunanlılardan fazlaydı. Bunda Başkomutan Atatürk’ün rolü büyüktür. Çünkü Atatürk, taarruz, baskın ve takip harekâtlarında süvarinin üstünlüğünü çok iyi bilmekteydi. Bu yüzden de harekât öncesi güçlü süvari birliklerinin oluşturulmasını emretmiştir. Asıl taarruz birliklerinin sol tarafına yığınak yapacak olan Süvari Kolordusu yürüyüşünün çoğunu geceleyin hiçbir işaret vermeyecek şekilde gerçekleştirmiştir. Baskının gerçekleşmesinde pay sahibi olan bir diğer unsur da düşmanın bilgi sahibi olmasını engelleyen keşif uçakları ve av uçaklarıdır. Avcı uçakları devriye uçuşu yaparak düşman keşif uçaklarının hatların gerisine geçmesini engellemiş ve savaşın ilerleyen günlerinde de düşman hava kuvvetlerinin sayısal üstünlüğüne rağmen keşif faaliyetlerini başarıyla sürdürmüşlerdir. Elde edilen zaferin büyüklüğü, İstanbul basını ve yabancı yayın organlarında da yerini bulmuştur. Örnek vermek gerekirse, Jurnal Doryen gazetesinin Türk ordusunun taarruzunu öven değerlendirmeleri mevcuttur. Jurnal Doryen Türk kumandanların askerlik ilminin bütün gereklerini yerine getirdiklerini, savaşı çok iyi yönettiklerini, son dakikaya kadar asıl taarruzun gerçekleşeceği alanı gizlemeyi başardıklarını, düşman cephesini sarmak, düşmanı şaşırtmak, müdafaasını dağıtmak gibi askerlik ilminin bütün gereklerini uyguladıklarını belirtmektedir.
Türk savaş planının başarı ile uygulanması sonucu elde edilen bu büyük zafer Atatürk tarafından Meclise, kurmay heyetine, neferinden genelkurmay başkanına kadar Türk Ordusuna ve her türlü fedakârlığa katlanan Türk milletine mâl edilmiştir. Büyük taarruzda elde edilen büyük başarı sonucunda Erkân-ı Harbiye Reisi (Genelkurmay Başkanı) Fevzi (Çakmak) Paşa Müşirliğe (Mareşallik), Garp Cephesi Kumandanı İsmet (İnönü) Paşa Ferikliğe (Orgenerallik) yükselmiş ayrıca İstiklâl Madalyası ve TBMM Takdirnamesi ile ödüllendirilmesi uygun bulunanların isimleri tek tek Meclis kürsüsünden okunmuştur. Büyük Taarruz ’un tarihimiz açısından önemi gerek sanatsal faaliyetlerde gerekse marş ve türkülerde önemli bir yer tutmasından da rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Büyük Taarruz öncesi hazırlıklar ve savaş planları hakkında verilen bilgilerin ardından Türk savaş planına göre sistem dinamikleri çerçevesinde modelde düzenlemeler gerçekleştirilmiştir.
-BÜYÜK TAARRUZ'UN TÜRK SAVAŞ PLANINA GÖRE SİSTEM DİNAMİKLERİ ÇERÇEVESİNDE MODELLENMESİ-
Sakarya Meydan Savaşı’ndaki yenilginin ardından Yunan kuvvetleri taarruz güçlerini kaybetmiş bu nedenle ellerindeki toprakları kaybetmemek amacıyla savunmaya dayalı bir strateji saptayıp bu doğrultuda bir yıl boyunca hazırlık yapmışlardır. Türk tarafı da Yunan Genelkurmayı’nın bu eğilimini fark ettiği için ateş üstünlüğünü elde etmek amacıyla Yunan kuvvetlerinin karşı taarruza geçmeye çekineceğini bilerek Ankara civarında örtme taarruzu yapacak sınırlı sayıda birlik bırakmışlar ve güçlerinin çoğunu Afyon civarında mevzilendirmişlerdir. Gazi Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa ve Fevzi (Çakmak) Paşaların hazırladığı Türk taarruz planını anlayamayan Yunan Genelkurmayı örtme taarruzun yapıldığı bölgelerde de gerçek bir taarruzun gerçekleştiğini sandığından bu bölgelerdeki Yunan kuvvetleri atıl kalmış ve Türk kuvvetleri ateş üstünlüğünü ele geçirmişlerdir. Buna göre Yunan kuvvetleri 2 parçaya ayrılmıştır. Oluşan yeni durum *Tablo 2’de verilmektedir.
İlk aşamada Türk ordusu asıl taarruz gücü ile asıl taarruza maruz kalan Yunan ordusu arasında savaş gerçekleştiği ve diğer birlikler daha sonra mücadeleye katıldığı için modelin düzenlenmesi gerekmektedir. Modelin yeni duruma göre düzenlenmiş hali *Şekil 2'de sunulmuştur. Yeni duruma göre üstünlüğün el değiştirmesi N2 kanunundaki başlangıç değerleri karşılaştırıldığında da görülebilmektedir.
m0: Türk tarafı başlangıç askeri gücü. n0: Yunan tarafı başlangıç askeri gücü. Silah etkinlik değerinin 1 kabul edilmesine göre Türk taarruz planına göre güçlerin karşılaştırmaları şu şekilde gösterilebilir.
m02 > n02 ==> 200,0002 + 7,9412 > 120,0002 + 104,9962
40000000000 + 63,059,481 > 14400000000 + 11,024,160,016
40,063,059,481 > 25,424,160,016
Şekil 2' modellemesinin verdiği sonuçlar ise *Tablo 3'te gösterilmiştir. Türk taarruz planına göre düzenlenen yeni modelin sonuçları incelendiğinde, Yunan kuvvetleri çekilmeyip mücadele sonuna kadar devam etseydi, gerek asker gerekse silahlar açısından sayısal üstünlüğe sahip olmalarına rağmen ellerindeki tüm kuvvetleri kaybedecekleri Türk kuvvetlerinin kalan gücünün ise 74377 olacağı Tablo 3’teki değerlerden görülmektedir. Tablo 1’teki doğrudan cephe taarruzu varsayımına göre oluşturulan ilk modele ilişkin kısmi sonuçlar hatırlanacak olursa, Yunan kuvvetlerinin kalan askeri gücü 95000 olmakta ve Türk kuvvetlerinin bütün askeri gücü tükenmektedir. Tablo 1 ve Tablo 3’te yer alan sonuç değerlerindeki bu durum sadece kalan insan gücü açısından değil, diğer savaş malzemeleri olan top, tüfek, ağır makineli tüfek ve hafif makineli tüfek içinde benzer yapıda gerçekleşmektedir. Diğer bir deyişle, doğrudan cephe taarruzu varsayımına göre oluşturulan modelde Türk kuvvetleri bütün savaş malzemelerini kaybetmekte iken, Türk taarruz planına göre oluşturulan modelde, Yunan kuvvetlerinin ateş üstünlüğüne rağmen ellerindeki bütün malzemeleri kaybettikleri görülmektedir. Bu planı, Mustafa Kemal Atatürk "Hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır. O satıh bütün vatandır!" sözüyle dile getirerek, yüzlerce yıldır askeri sistemde var olan cephe mantığını yıkarak, yerine yepyeni bir sistem meydana getirmiştir.
-SONUÇ VE İNCELEME-
Savaş dönemlerinde, mücadele kapsamında verilen kararların alt yapısında pek çok strateji ve model bulunmaktadır. Bu model ve stratejiler hâlen günümüzde farklı amaçlarla karar verme süreçlerinde kullanılmaya devam etmiştir. Lanchester stratejisi, bu süreçte geliştirilen diğer yöntem ve modellerle birlikte, ilk kez savunma stratejisi ihtiyaçlarına göre geliştirilmiş ve düşmanı maksimum zarara uğratmayı hedef alan bir model olarak literatürde yerini almıştır. Bu çalışmada, Büyük Taarruz'un başlangıcındaki mevcutlara göre ateş üstünlükleri Lanchester kanunlarına göre hesaplanmıştır. Bu hesaplamaların ardından Lanchester kanunlarında yer alan ve silah etkinliğini gösteren E değerini belirlemede bütünsel bir yaklaşım geliştirmek amacıyla sistem dinamikleri çerçevesinde Stella 9.1.4 programında bir model oluşturulmuş ve doğrudan cephe taarruzu varsayımıyla çalıştırılmıştır. Ardından Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa ve Fevzi (Çakmak) Paşaların hazırladığı Türk taarruz planına göre model yeniden düzenlenerek sonuçların nasıl farklılaştığı incelenmiştir. I. Dünya Savaşı’ndaki siperlere gömülmüş askerleri yerinden kaldırıp atacak bir silah teknolojisinin geliştirilememesi ve strateji açısından kısır kalması ve sadece taktik bazda bazı gelişmelerin kaydedilmesi yeni arayışlara yol açmıştır. Siper açmazını çözecek olan tankların I. Dünya Savaşı’nın sonlarında ortaya çıkması, ancak tankı icat eden İngiltere ve Fransa’nın bu yeni silaha yönelik stratejiler geliştirmeyi ihmal etmesi ve uçakların da bomba taşıyacak kapasitelere ulaşabilmesi I. Dünya Savaşı ile II. Dünya Savaşı arasındaki dönemde yeni strateji arayışlarının önünü açmıştır. Bu arayışlar sırasında Alman kurmay subay Guerian’ın yarattığı Blitzkriegg felsefesi, savaş ortamını oldukça dinamik hale getirmiş ve dinamik ortamda sürekli yeni silah teknolojileri ve stratejilerin geliştirilmesinin de yolunu açmıştır. Bu dinamik savaş ortamında alternatif savaş senaryolarının analizi sürecinde Lanchester stratejisinin sistem dinamikleri kavramıyla bütünleştirmesiyle, bu alanda yapılacak diğer çalışmalara yön verebileceği düşünülmektedir.
Bir dönemin askeri gücü analiz edebilmek için, tamamen objektif bakış açısına bağlı kalarak, sonra gelen dönemin askeri gücüyle kıyaslanmaması ve daha doğru analiz sonuçlarının ortaya çıkması için empati kurulması gerekmektedir. Çünkü 100 yıl önceki askeri gücü, modern çağın askeri gücüyle karşılaştıracak olursak, elbette 100 yıl önceki askeri güç, modern çağın yanında güçsüz görünecektir. Aynı şekilde 200 yıl önceki askeri güç ile 100 yıl önceki askeri gücü karşılaştıracak olursak, yine elbette 200 yıl önceki askeri güç daha güçsüz görünecektir. Bundan dolayı tarih hakkında araştırmalar yaparken o dönemin sürecini ve olanaklarını göz önünde tutmak, daha sağlıklı sonuçlar doğuracaktır. Buna bağlı olarak Roma tarihinin incelemesi yapılırken o dönemin empatisi kurulmalıdır. Eski çağlardaki dönemlerin tarihi araştırmaları ise o dönemin sanat eserlerinden, mimari yapılarından, yazıtlardan, mimari ve çeşitli sanatsal işlemelerinden ortaya çıkar; zafer takları, vazolar, heykeller, sütun tarzları, mimari planlar ve resimler gibi. Bu topraklar üzerindeki yakın dönem tarihi araştırmalar ise Türkiye Cumhuriyeti arşivlerinden, Osmanlı arşivlerinden ve İngiliz istihbarat arşivlerinden (O dönem içerisinde Anadolu'nun her karış toprağında İngiliz haber alma ajanları ve İngiliz istihbarat subayları bulunurdu) yapılır; buna elbette ki Türk-Yunan savaşı da dahildir. Yunan topluluğu, yıllarca Osmanlı kontrolü dahilinde varlıklarını herhangi bir ayrım görmeden sürdürmüşlerdir. Bu duruma Osmanlı okullarında okuyabilmiş ve Osmanlı harbiyesinde askeri eğitim alabilmiş olmaları da dahildir. Osmanlı'nın kaçınılmaz çöküş döneminden Büyük Taarruz'a kadar olan süreç dahilinde dünyanın her yerinde askeri anlamda aynı kitaplar ve aynı stratejiler gösterilmekteydi. Yani o dönemde Fransa'da subay olan bir askerin bilgisi ile Osmanlı'da subay olan bir askerin bilgisi aynı idi. 30 Ağustos'ta sonuçlanan Büyük Taarruz'a kadarki dönemde, savaşın öncesinde ve sonrasında da Yunan Krallığı'nda fikir ayrılıkları bulunurdu. Krallığın 1. kısmı sadece Ege bölgesini isterken, diğer 2. kısmı ise İstanbul'a ve tüm Anadolu'ya sahip olmak istiyordu. 2. kısmın böyle bir arzu içerisinde olmasındaki tek etken Yunan askeri kuvvetinin ve moral yapısının Türk askeri kuvvetinden ve moral yapısından üstün olduğunu biliyor olmalarıydı. Üstelik ellerinde Yunan Krallığını tamamen destekleyen İngiltere'nin Anadolu'dan İngiliz istihbarat raporları bulunuyordu. Öyle ki Anadolu'da bir kuş tek kanadını oynatsa dahi, bundan, başta İngiltere'nin ve Yunan Krallığı'nın haberi oluyordu. Sakarya Meydan Muharebesi'nin sonuna kadar ise cephelerden gelen tüm askeri raporların hepsi, Yunan Krallığı için olumlu sonuçlar doğuruyordu. Sadece Ege bölgesinde kalmayı isteyen ve ilerlemeyi kabul etmeyen kesim ise Anadolu'nun engin çukuruna girmeyi göze almak istemiyordu. 1. Kesime kulak veren 2. Kesim ise bunu dikkate alarak İngiltere'den, Romanya ve Bulgaristan üzerinden bolca destek almaktaydı.
Yunan kuvvetlerinin ve Türk kuvvetlerinin rütbeli askerlerini inceleyecek olursak, Balkan Savaşlarının ve 1. Dünya Savaşı tecrübelerini üzerinde taşıyan, tecrübeli ve çok iyi eğitimli askerlerdi. Üstelik İngiliz kaynaklarıyla elde ettikleri Çanakkale savaş raporlarında ise Türklerin neleri yapabileceklerini ve neleri yapamayacaklarını iyi biliyorlardı. Ancak bazı şeyleri gözden kaçırmışlardır. Yüzlerce yıldır Anadolu'nun zengin ve çetin coğrafyasında yaşayan, Anadolu ve Türk kültürüne sarılmış, gerek fedakârlık gerekse zafer için radikal kararlar vermek isteyen ve bu uğurda canını seve seve vermeye adamış Türk halkının, Türk askeriyesinin arkasında olduğunu unutmuşlardır. Sakarya Muharebesi'nden sonra sadece 11.5 ayda, ancak Yunan asker sayısına yaklaşılmış ve tükenen kaynaklardan, Türkiye'ye kesilen yardımlardan dolayı, geri ödeme garantisi adı altında iç borçlanmaya gidilmiş ve cumhuriyet kurulduğunda halktan alınan tüm borçlar kuruşu kuruşuna geri ödenmiş, Büyük Taarruz'un başından beri ele geçirilen 8,371 at, 8,430 öküz ve manda, 8,711 eşek, 14,340 koyun ve 440 deve halka dağıtılmıştır. Bununla birlikte Büyük Taarruz'da esir düşen tam 20,826 Yunan askerinden 23 inşaat taburu kurulmuş ve kendi yıktıkları köprülerin, karayollarının ve demiryollarının tamirinde çalıştırılmıştır.
Yok olmak üzere olan bir toplumu, bu toplumu üzerindeki ölü toprağını atarak diriltecek olan savaşı ve yok olmak üzere olan bu toplumu kurtaracak olan savaşın fikir babası olan Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını küçümsemek ve onlara hakaret etmek, o dönemin yokluk içerisindeki toplumun büyük umutlarla, modern dünyaya ayak uydurabilmek için sarf ettikleri büyük çabalarla kurdukları ilelebet payidar kalacak olan Türkiye Cumhuriyeti'ne düşmanlık ve hainliktir.
30 Ağustos Zafer Bayramımız Kutlu Olsun!
Şekil 1
Şekil 2
Tablo 1
Tablo 2
Tablo 3
submitted by rohunder to u/rohunder [link] [comments]

Malezya Türkiye'yi alternatif ticaret ortağı olarak görüyor, Mahathir

Malezya Başbakanı Mahathir Bin Mohamad Cuma günü yaptığı açıklamada, Türkiye'nin ülkesi için alternatif bir ithalat kaynağı olabileceğini söyledi.
Türkiye’ye sıkı sıkıya düzenlenen dört günlük resmi ziyareti sırasında, Ankara’nın başkenti Anadolu Ajansı’yla yaptığı özel röportajda, Müslüman dünyasının kıdemli siyasetçisi Rohingya krizi, Filistin’in davası ve Doğu’daki Uygur Müslümanlarının durumu ile ilgili ikili konular hakkında konuştu. Türkistan, aksi takdirde Çin'in Sincan eyaleti olarak bilinen bölge.
Ülkenin Dış Ticaret Geliştirme Şirketi'ne göre, Malezya’nın 2018’deki toplam ticaret hacmi 455 milyar dolar civarındaydı. Güneydoğu Asya ülkesinin ihracatı yaklaşık 242 milyar dolar, ithalatı ise 213 milyar dolar civarındaydı.
Ancak, son rakamlar iki ülke arasındaki toplam ticaretin 2,38 milyar dolar olduğunu gösteriyor.
“Türkiye'de görüyoruz, diğer ülkelerden ithal ettiğimiz bazı şeylerin ithalatı için çok fazla potansiyel. Türkiye alternatif bir kaynak olabilir, ”dedi Mahathir.
-Türkiye'ye resmi ziyaretinizde yaptığınız ikili görüşmelerin en önemli noktaları nelerdi? Ziyaretinizden sonra Türkiye ile Malezya arasındaki ticari, politik ve kültürel ilişkilerde ne gibi gelişmeler bekliyorsunuz?
Mahathir Mohamad (MM): Vurgu, Malezya ile Türkiye arasındaki ilişkiyi geliştirmemiz için verilen karar olacaktır. Savunma alımları açısından ekonomik alan dahil olmak üzere tüm alanlarda ve çeşitli alanlarda teknoloji alışverişinde bulunmak.
- Önceki açıklamalarda, uluslararası ekonomik sorunlara işaret ettiniz ve mevcut döviz ticaretinin manipülatif olduğunu söylediniz. Altının, Doğu Asya ülkeleri arasında ithalat ve ihracat yapmak için kullanılabileceğini öne sürdünüz. Bu öneriye baskı yapıyor musunuz? Malezya ve Türkiye ticaret yapmak için altın kullanabilir mi?
MM: Evet, çok fazla. Yani, Malezya bir ticaret ülkesidir, ihracatına bağlıdır, yaklaşık 200 farklı ülkeye ticaret yapar. Yaptığımız yaptırımlar veya ticaretimizi etkileyen ve aynı zamanda ekonomik kalkınmamızı da etkileyen diğer engeller söz konusu olduğunda bu ülkelerin açık kalması bizim için önemlidir. Bu yüzden Türkiye'de görüyoruz, başka ülkelerden ithal ettiğimiz bazı şeylerin ithalatı için çok fazla potansiyel. Türkiye alternatif bir kaynak olabilir, ancak bunun ötesinde, sahip olduğumuz kadar ticarete de odaklanmadık. Türkiye’nin Malezya’ya ihraç edilebilecek tüm ürünlerini tanımlamamız gerekmektedir. Malezya ayrıca Türkiye'ye sadece hurma yağından fazlasını ihraç etmek istiyor.
-Ticaretin anlamı ne olurdu? Türkiye ve Malezya altına bağlı olarak alım satıma başlayabilir mi yoksa ABD doları mı?
MM: Şu anda ABD dolarını kullanıyoruz. Ancak takas ticareti yapmamız ya da kendi para birimlerimizi kullanmaya karar vermemiz mümkün olabilir.
-İsrail’in ihbarları ve Filistin davasını savunan konuşmalarınız, Müslüman dünyasında yaygın bir beğeni topladı. İsrail'in Filistin'e karşı acımasız politikaları konusunda ne tür politikalar izlemeyi planlıyorsunuz?
MM: Filistin sorunu ile ilgili olarak, bu konudaki açık gerçek, medyada veya televizyonda yeterince havalandırılmadığı. Filistin’in sorunlarını vurgulamamak medyanın bir anlaşması gibi görünüyor. Elbette, İsrail Devleti yapmak için Filistin topraklarının onlardan nasıl yararlanıldığına dair hiçbir söz yok. Daha sonra İsrail Filistin'de daha fazla toprak işgalinde uluslararası hukuka aykırı davrandı. Bunlardan sık sık söz edilmedi. Her zaman vurgulamamız gerektiğini düşündüğümüz en önemli şey terörizmin sebepleridir. Bugün, neredeyse Müslümanlar üzerindeki terörizmi suçlayacak bir fikir birliği var. Ancak, Filistin’in ele geçirilmesinden ve İsrail’in uluslararası hukukun göz ardı edilmesinden sonra söylediğiniz gerçek, bu terör eylemlerine yol açtı. Ancak terörizmden kurtulmak için, neden terörize edilmelerinin nedenini bilmek zorundayız. Malezya'da, Malezya'daki tüm teröristler de dahil olmak üzere, insanların kalbini ve aklını kazanmayı planladık ve terörizm sona erdi. Ancak terörizmin nedenlerini tedavi etmezseniz, terörizmi durduramazsınız.
-Bu bağlamda, ABD ve bazı Körfez ülkeleri tarafından teşvik edilen “Yüzyılın Anlaşması” hakkında fikriniz nedir?
MM: Evet, sadece sorunun kendi tarafını tanıtmak için. Açıkça uluslararası hukukun ihlali olmasına rağmen yaptıkları şeyi haklı çıkarmak istiyorlar. Her şeyden önce, demokratik süreçler için bir ihmaldir. Filistinlilerin topraklarına el koyması referandumun sonucu değildi ya da kamuoyu hakkında fikir sahibi oldu. Arazi henüz Filistin'de yaşayan insanların düşünce ve duygularını dikkate almadan İsrail'e verildi ve verildi.
- Malezya ve Türkiye bu Filistin meselesini çözmek için nasıl işbirliği yapabilir?
MM: Tabii ki, konuyu canlı tutmak da elbette. Hiçbir şey olmamış gibi, sorunu tamamen ortadan kaldırmak için bir girişim var. Fakat gerçek şu ki, Filistinlilere karşı işlenen çok büyük bir adaletsizlik var ve bizce hem Türkiye hem de Malezya, bu sorunu yaşatmak istiyor, böylece dünyanın Filistinlilere yapılan haksızlığı takdir edeceğini düşünüyoruz.
- İsrail-Filistin meselesinde ana terörizm örneğini incelememiz gerektiğini söylediğin gibi, İsrail’in yasadışı bir şekilde yaratılmasının terörizmin temel nedeni olduğunu söyleyebilir miyiz?
MM: Asıl sebep bu. Fakat elbette şu anda, İsrail devletinin olduğu, en azından İsrail Devletinin önceki Filistin halkının mülklerini geri almalarına izin vermesi gerektiği bilinen bir gerçek. Ya da en azından iki farklı devlete sahip olmak ve İsrail'i Filistin topraklarında yerleşim kurmaktan alıkoymak. Yapmamız gereken şey budur. Ve bunun yanında terörizmin nedenlerini biliyor ve onlara davranırsak, Filistinlilere uygulanan bu adaletsizliği durdurmak için harekete geçiyoruz, tüm dünyada daha az terör olacağı ya da terör olamayacağını düşünüyorum.
- Hükümetin Rohingya Müslümanlarının problemleriyle de ilgileniyor. Malezya devlet yetkilileri de aynı şekilde Myanmar yönetimi üzerinde uluslararası baskı yapılması çağrısında bulundu. Ayrıca, Dışişleri Bakanı Saifuddin Abdullah Rakhine eyaletinde insanlığa karşı suç işleyenlerin yargılanması çağrısında bulundu. Malezya'nın Rohingya krizi konusundaki politikasını kısaca açıklayabilir misiniz?
MM: Malezya genellikle diğer ülkelerin içişlerine karışmak istemiyor. Ancak bu durumda, katliam veya soykırım söz konusudur ve Malezya soykırıma ve Myanmar vatandaşlarının haksız muamelesine karşı farklı ırklara karşı davranmaktadır. Bu yüzden, Rohingya'nın aynı zamanda Myanmar vatandaşı olduğunu kabul ederek bunu çözmemiz gerekiyor. Tabii ki Myanmar, bir zamanlar birçok farklı devletten oluşuyordu. Ancak İngilizler, Myanmar'ı bir devlet olarak ve Burma eyaletinde bulunan kabilelerin birçoğu yüzünden yönetmeye karar verdi. Ama şimdi elbette, ya vatandaş olarak kabul edilmeli ya da kendi devletlerini kurmaları için kendilerine toprak verilmelidir.
- Uluslararası Adalet Divanı'nın (ICJ) Rohingya konusundaki kararlarına ilişkin değerlendirmeniz nedir?
MM: UAD, yalnızca konunun her iki tarafının da mahkemenin bulgularını kabul etmeyi kabul etmesi durumunda çalışabilir. Ancak UAD, tek taraflı bir karar verirse ilgili taraflarca saygı gösterilmeyecektir. Bu nedenle, ICJ yöntemine atıfta bulunmada etkili olabilmek için Myanmar hükümetinin endişesine ihtiyacımız var.
- Doğu Türkistan’da Uygurlar’ın durumunu ele almak için neler yapılabilir?
MM: Çin'e bu insanlara vatandaş olarak davrandığını söylemeliyiz. Farklı bir dine sahip olmaları, onlara yönelik tedaviyi etkilememelidir. Mesela Malezya çok dinli bir ülke ama bütün dinlere aynı şekilde bakılıyor. Bununla birlikte, şiddet varken, elbette, Çinlilerin ellerine oynuyorsunuz, bunun, bu insanlara farklı davrandıkları şiddet nedeniyle olduğunu iddia edecekler. Bu nedenle, müzakere, tahkim veya mahkeme yoluyla çatışmaların çözümünü her zaman savunuyoruz. Ancak şiddete başvurduğunuzda, iyi bir sonuç bulmak çok zordur, çünkü şiddetin hedefe ulaştığı bir durum olmamıştır.
- Bildiğiniz gibi, Türkiye ülke içinde ve dışında Fetullah Terör Örgütü (FETO) ile mücadele ediyor. Bu bağlamda, özellikle FETO bağlantılı okulları kapatırken, Malezya Türkiye'ye büyük destek verdi. 2017'de birkaç FETO üyesi tutuklandı ve Türkiye'ye iade edildi. Malezya’nın Türkiye’nin FETO’ya karşı mücadelesine desteği prömiyeriniz boyunca devam edecek mi?
MM: Malezya hiçbir ülkede ayaklanmayı desteklemiyor. Diğer ülkelere karşı gerçekleştirilen eylemler için bir üs olarak kullanılmaması politikamızdır. Bu nedenle, Malezya’yı Türkiye hükümetine karşı muhalif bir üs olarak kullanma girişimleri olduğunu tespit ettiğimizde, bu okulları kapatmak için harekete geçtik.
- Geçtiğimiz yıl Mayıs ayında hükümet kurulduktan sonra ikinci görev sürenizdeki başarılar nelerdir?
MM: Bir önceki sorun muazzam miktarda para ödünç aldığından, aramızda finansal bir sorun olan çok fazla sorun kaldı. Ve önceki hükümet tarafından alınan kredileri geri ödememiz gerekiyor. Ve paranın nerede tutulduğunu bilmiyoruz [önceki hükümet tarafından]. Bilirsiniz, bazı işletmelerde parayla alabileceğimiz bir yatırımdır, ancak para kayboldu. Ve dışarıdaki parayı sakladıklarına inanıyoruz, ve mevcut hükümet üzerindeki finansal baskı çok büyük. Ve iyi bir ekonomik yönetime dönüşümüzü engelliyor. Bunun ötesinde, elbette, mevcut hükümeti baltalamak için çok başarılı olmasalar da, politik girişimler var, ama elbette iyileşmek için atılan eylemlerin seyrini geciktirecekler.
submitted by NewsJungle to TurkishNews [link] [comments]

anadolu canlı destek video

Anadolu Efes'e Gizli Kamera Sürprizi - YouTube Anadolu Efes'e Büyük Süpriz [ Haftanın Videosu ] BARIŞ MURAT YAĞCI'YA, ÜNLÜLERDEN VE SANATÇILARDAN BÜYÜK ... Seni Öldüren Kişiye HESABINI VER! #LazBunuYap Brawl Stars ... Türk Yıldızları iranı korkuttu! Baküye desteye geldi ... LİSELİLERDEN AFRİN''DE Kİ MEHMETCİĞE DESTEK

Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Öğrenci Destek Sistemi Canlı destek ya da mail göndermek gibi birçok farklı seçenek ile kullanıcılarının sorunları ile ilgilenen Anadolu Casino, kısa süre içerisinde yaşanan sorunların da çözümlerini sunabilmektedir. Bu şekilde kullanıcılarının daha güvenilir bir ortamda casino oyunlarının oynanabilmesine imkan sunulmaktadır. Daha sonra canlı yardım formunu doldurup “gönder” yazısına tıklayın. Bu işlemleri yaptığınızda yaklaşık 1 dakika sonra AnadoluCasino yetkilisi ile canlı chat yapabilirsiniz. Anadolu canlı casinositesindeki canlı destek uygulamasını kullanarak hızlı bir yardım alabilirsiniz. canli destek Hafta içi her gün 09.00 – 17.00 saatleri arasında Açıköğretim Sistemi hakkında merak ettiğiniz tüm sorularınız için canlı destek hizmeti sunulacaktır. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ En avantajlı bireysel emeklilik ve hayat sigortası seçenekleri Anadolu Hayat Emeklilik'te. Hem kendinizin hem sevdiklerinizin hayatını güvence altına alın. Anadolu Sigorta'dan 7/24 Canlı ve Görüntülü Sağlık Danışmanlığı Hizmeti. Medyada Biz. İletişim. Basın Bültenleri; Haberler; Reklam Filmleri; Radyo Spotları ; Broşür ve İlan; Maksimum Biz; Sosyal Sorumluluk; Basın Kiti; Tümünü Gör. Sigorta sektörünün öncü şirketi Anadolu Sigorta, alanında bir ilke daha imza attı ve tüm bireysel ve kurumsal özel sağlık Aynı zamanda öğrencilere ve öğrenci adaylarına daha iyi hizmet vermek için canlı destek hizmeti uygulaması başladı. Hafta içi her gün aosdestek.anadolu.edu.tr web sitesinden 09:00-12:00 ve 14:00-17:00 saatleri arasında canlı destek hizmeti sunuluyor. Anadolu Casino Türkiye’nin en kaliteli slot ve canlı casino oyunlarını ve en iyi altyapı sağlayıcılarını, oyuncuları ile buluşturmaktadır. Sitemiz üzerinden Anadolu Casino sitesinin “En Yeni Giriş Adresleri, Bonus Kampanyaları, Para Yatırma ve Çekme” işlemleri hakkında tüm bilgilere “7/24” ulaşabilir ve destek alabilirsiniz. Slot turnuvaları, monopoly, tombala Canlı destek bölümüne tıkladığınızda 1 dakika içinde müşteri temsilcileri ile canlı chat yapabilirsiniz. Canlı Destek Bilgisi. Canlı destek servisini kullanmak için Anadolucasino üyelik işlemi yapmalısınız. Canlı destek çalışma saatleri 10.00 – 21.00 arasıdır. Haftanın her günü aktiftir. Yukarıda anlattığımız basamakları uyguladıktan sonra canlı destek formunu doldurun. İletişime geçmek istediğiniz konuyu destek formuna yazın. 2052270 numaralı Anadolu Hayat Emeklilik bireysel emeklilik iptali için müşteri hizmetlerinin defalarca aramam rağmen IVR dışında canlı destek olacak bir müşteri hizmetleriyle görüşemedim IVR üzerinden iptal talebimi oluşturdum 13.03.2020 sabah saatlerinde müşteri hizmetleri aradı ama tek arama sebe...

anadolu canlı destek top

[index] [2533] [801] [8139] [3033] [7399] [3558] [8737] [3244] [2464] [7426]

Anadolu Efes'e Gizli Kamera Sürprizi - YouTube

Aöf Açıköğretim Fakültesi yardım destek ve paylaşım noktası. Açıköğretim Anadolu Üniversitesi Açıköğretim fakültesi Aöf, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fak... Her gün 19:300da Facebook Sayfamda Canlı Yayındayım : https://www.facebook.com/lazoyunoynayresmi/Challange Adam: https://www.youtube.com/channel/UCmDJU239pNw... Anadolu efese yapılan büyük süpriz , haftanın en çok izlenen videosu. Destek için lütfen abone olalım. sİnan akÇilyeŞİm salkimmeryem can kasapoĞlutayfun erdoĞanbariŞ murat yaĞci'ya sms attilar arkadaŞlar bundan sonra bu kanalda sÜreklİ haksizliĞa uĞrayan, haka... Dr Güngör Özbek Anadolu Lisesi Öğrencilerinin Hazırlamış Olduğu Askerlerimize Yazılan Şiirler. ... LİSELİLERDEN AFRİN''DE Kİ MEHMETCİĞE DESTEK ... Canlı Yayın ᴴᴰ TGRT Haber ... Geçtiğimiz yıl taraftarları için kamera karşısına geçen ve Duman'ın 'Senden Daha Güzel' şarkısını seslendiren Anadolu Efes Spor Kulübü oyuncuları, geçtiğimiz... Ekrem İmamoğlu Resmi Youtube Hesabı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı "Merhaba kıymetli hemşehrim; Ben Ekrem İmamoğlu. Trabzonluyum. 49 yaşındayım. Evliyim ve üç çocuk ... Türk yükseköğretim sisteminde 32. yılını tamamlayan Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Sistemi, yaklaşık 1 milyon 400 bin öğrencisi ve 2 milyon 200 bin mezunun... Türkiye'nin eğlenceli EĞİTİM, MATEMATİK ve MOTİVASYON kanalı :) Merhaba, ben Melih Akgündüz. Bu kanalda LGS, TYT hazırlık "ortaokul matematik" "lise matematik" özellikle de 7.sınıf ... 24 ağustos 2001. Türk Şahinlerini 1 milyondan fazla Azerbaycan Türkü izledi. Hemin an iranla beraber Tüm Dünyaya kapak oldu bizim kardeşliyimiz. all videos e...

anadolu canlı destek

Copyright © 2024 m.onlinerealmoneytopgames.xyz